anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 26  
»Bugün 618  
»Toplam 14035683  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 18.191.174.168
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

KISKANÇLIĞIN SONU (3.HİKÂYE)

           
        
 
                KISKANÇLIĞIN SONU
 

Güzel bir yaz günüydü. Güneş tüm cömertliğiyle her yeri ısıtmaya başlamıştı. Güleryüz ailesinin şirin yuvasında da bu sıcaklık tüm samimiyetiyle hissedilmekteydi. Semiha Hanım her zaman olduğu gibi mutfaktaydı. Eşinin ve çocuklarının hoşuna gidecek kusursuz bir kahvaltı hazırlama telâşı içindeydi.

     Ailenin en iştahlı ferdi olan Zeynep, kızarmakta olan pişilerin [1] 

 
 kokusunu almıştı çoktan. Annesinin onu uyandırmasına gerek yoktu artık. Hemen yerinden doğrulan ufaklık, tıpkı bir çizgi film kahramanı gibi aldığı kokunun peşine düşmüştü. Kokunun geldiği yeri bilmezmiş gibi hareket ediyordu. Bu, onun hemen her gün eğlenmek için kendisine bulduğu oyunlardan sadece birisiydi.
 

Mutfağa sessizce girip bir sandalye aldı ve üzerine çıktı. Annesine bir güzel sarılıp onu yanaklarından öptü: “Günaydın, annelerin en güzeli!” dedi. Annesi de onun bu sıcacık seslenişine: “Günaydın, kızların en şirini… Annesinin bir taneciği...” diyerek karşılık verdi. Zeynep, bu sözlerden pek hoşlanıp anneciğine bir kez daha sarıldı. Ana kızın hâlini bir gören olsa, onların çok uzun süreden beri görüşmediklerini zannederdi.

Zeynep, annesine sarıldıktan hemen sonra, onun kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı… O an kendini bir gizli ajan olarak hayal etti: ”Aman anne, sakın ağabeyim duymasın! Yoksa her şey mahvolur. Tamam mı?” diyerek onu iyice tembihledi. Ardından da yine annesinin isteği üzerine ağabeyi ile babasını uyandırmaya gitti:

– Ağabeyciğim; haydi uyan, sabah oldu! Bilmem farkında mısın, annem pişi kızartıyor.

Fatih: “Of… Zeynep! Bir hafta sonu da beni rahat bıraksan olmaz mı? Haydi, git başımdan! Daha, çok uykum var benim.” diyerek yorganı başına çekti.

Zeynep anladı ki, ağabeyini tatlı dille uyandıramayacak: “Ne yapmalı acaba?” diye şöyle bir inceledi etrafını. Birden, ağabeyinin hemen yanı başında durmakta olan müzik seti gözüne ilişti: “Tamam, buldum işte! Biraz tehlikeli olacak; ama başka çarem yok!” diyerek önce ses ayarını en yükseğe çıkardı. Ardından da başlatma tuşuna bastığı gibi yanına kaçtı babasının.

Fatih, çıldırmış gibi yerinden hopladı ve avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı: “Nerede o? Söyleyin, nerede o cadı? Zeyneeeeep!..

Minik yumurcak, çoktan, babasının yanına sokulmuş, yorganın altından kıs kıs gülmekteydi. Odaya giren Fatih: “Baba lütfen koruma şu haini! Yaptığına baksana, korkudan kalbim duracaktı az daha. Kulaklarımda da müthiş bir ağrı var. Bu yaptığı karşılıksız kalmamalı!” dedi ve babasından Zeynep’i cezalandırmasını istedi.

Yorgandan başını çıkaran Zeynep: “Ne yapayım? Sen de söylediğimde uyansaydın…” diyerek kendini savunmadan edemedi. Bu sefer onun aşırıya kaçtığını kabullenen Osman Bey:

– Evet Zeynep, ağabeyin çok haklı. Onu uyandırma şeklin hayli rahatsızlık verici… Hemen ondan özür dilemelisin!

– Ama baba!.. diye itiraza kalkışan Zeynep, aslında verilen cezaya içinden şükredip ağabeyinden hemen özür diledi.

On dakika sonra herkes sofrada yerini aldı. Eller ve yüzler yıkanmıştı. Güzel bir türkü çalmaktaydı radyoda. Güneşin pırıltısı, kahvaltılık tabaklara yansımakta ve sofraya gayet iştah açıcı bir hava vermekteydi.

Semiha Hanım, çayları doldurmuş, büyük bir titizlikle paylaştırmıştı pişileri. Herkesin keyfi yerindeydi. Ta ki, Fatih’in büyük yumurta kavgasına kadar…

Evin biricik oğlunun kahvaltıda en sevdiği yiyecek, yumurtaydı. Bu sevgisinden olacak ki, yumurtanın en büyüğünün kendisine verilmesini istemekteydi her zaman. Daha önceki günlerde ağabeyinin bu isteğine itiraz etmeyen Zeynep, bugün elindeki yumurtasını asla ağabeyine vermek niyetinde değildi. Hele de sabahki durumdan sonra…

Yine arayı bulmak zorunda kalan Semiha Hanım, ne kadar çabalasa da Fatih’in: “Yine en büyüğünü kızına verdin değil mi? Zaten senin için bir o var. Bilseydim ayrım yapacağınızı, dünyaya ben de kız gelirdim!” şeklindeki siteminden kurtulamadı. Neyse ki, o an annesinin kırgın bakışlarını gören Fatih, daha fazla inatlaşmadı. Elindeki yumurtaya bir defalığına razı oldu.

Bu küçük tartışma, pazar kahvaltısının keyfini biraz kaçırsa da tüm pişiler iştahla yendi. Sofradan kalkan Osman Bey, gazetesinin başına oturdu. Zeynep, hemen babasının yanına sokulup onun kulağına bir şeyler fısıldadı. Osman Bey gülümsedi ve:

– Haydi çocuklar, hazırlanın da biraz dışarı çıkalım. Bu güzel havayı değerlendirelim! dedi. Koltukta, suratı beş karış oturan Fatih’in de yüzü güldü bu habere. Hemen yerinden fırladı ve üzerini giymek için odasına gitti.

Herkesin hoşuna gidecek bir program yapıldı. Önce şehir merkezinde bulunan Lâleli Parkı gezildi. Zeynep ile Fatih bir saat kadar parkta oynadılar. Sonra Semiha Hanım, yeni açılmış bulunan alışveriş merkezini gezmeyi teklif etti. İtiraz eden kimse olmadı. Osman Bey: “Alışveriş çılgınlığı yok ama! Sadece ihtiyacımız olanı alacağız. Tamam mı?” diyerek her zamanki uyarısını yaptı. Onlar, alışveriş merkezine tam girmişlerdi ki, ikindi ezanı okunmaya başladı. Semiha Hanım:

– Haydi, önce namazımızı kılalım, vaktini geçirmeyelim. Hele de alışveriş için asla bunu yapmayalım, dedi. Zeynep, annesi ile; Fatih de babası ile gitti mescide. Semiha Hanım, kendilerine burada da ibadet etme imkânı sağladığı için Allah(cc)’a şükretti.

Mescitten çıkıldığında herkesin içinde bir ferahlık vardı. Eğer, namazlarını sonraya bırakıp alışverişlerini öne alsalardı kendilerini bu kadar huzurlu hissedemeyeceklerdi. Belki de en kötüsü olacak, onlar alışverişi bitirene kadar akşam ezanı okunacaktı. Neyse ki, onlar önce namaz kılmayı ailecek bir kural hâline getirmişlerdi.

Marketten alınacaklar, evde bir liste hazırlandığı için belliydi. Ancak bazı ihtiyaçlar Osman Bey tarafından listeye alınmamıştı. Çünkü mahallelerindeki bakkalın tıpkı diğer bakkallar gibi kazanç sağlamada zorluk çektiğini, bunun da en büyük nedeninin, geldikleri bu ve benzeri büyük alışveriş merkezleri olduğunu biliyordu. İşte bu nedenle, yani sırf, Bakkal Hasan amca da bir şeyler kazansın diye ihtiyaçların sadece bir kısmı buradan alınacaktı.

Bakkalsever Osman Bey, alışveriş listesini bulmaya çalışırken Fatih, bisikletlerin; Zeynep ise oyuncakların yanında soluğu aldı. Semiha Hanım ve Osman Bey bu durum karşısında: “Çocukluk işte!..” diyerek birbirlerine gülümsediler. Osman Bey espri olsun diye: “Hanım, sen ne duruyorsun? Sen de mutfak eşyalarına koşsana!” dedi.

Olacak şey miydi bu?.. Semiha Hanım, evi eşyaya boğmayı hiç sevmezdi. Hele de mutfak eşyasında çok titiz davranırdı. Alacağı eşyanın güzelliğinden önce, “Bir ihtiyaç mı, evde bir benzeri var mı? Almasam da olur mu?” diye düşünürdü. Zaten evine misafir olan bayanlar: “Ah, Semiha Hanım senin şu mutfağının sadeliğine hayranız! Nedense bizim her taraf tıkış tıkış… Nereye, ne koyacağımızı şaşırıyoruz!” demekten kendilerini alamazlardı. İşte bu nedenle Semiha Hanım, Osman Bey’in sözüne sadece gülerek karşılık verdi.

Zeynep, o sırada koşarak annesiyle babasının yanına geldi: “Anne, baba! Gelin, bakın… Aradığımı buldum. İşte tam şurada!” diyerek ellerinden tuttu. Çekiştire çekiştire, ağabeyi Fatih’in yanından alıp götürdü onları. Fatih, tabi ki yine içerledi bu duruma. Hemen her çocuk gibi:

– Beni cami avlusunda bulmuşlar kesin! Gitmeyeceğim işte yanlarına!.. Biricik kızlarıyla rahat rahat gezsinler. Ben onların keyfini bozarım zaten! dedi. Dudakları büzüldü, kaşları iyice çatıldı. Bindiği bisikletin pedalını daha bir hızlı çevirmeye başladı. Hatta orada bulunan market sorumlusundan azar bile işitti.

Zeynep, Semiha Hanım ve Osman Bey on beş dakika sonra döndüler. Zeynep’in elinde kocaman bir hediye paketi vardı. Fatih’in hemen dikkatini çeken buydu. Babasının: “Haydi gel oğlum! Annenle Zeynep, giyim bölümüne bakacaklar. Biz de seninle erkek erkeğe gezelim. İstersen şu ilerde bisiklet satan bir dükkân daha var. Oraya da bakabiliriz.” deyişine: “İstemez, bana buradakiler yeter! Hem almadıktan sonra baksak ne olacak?” şeklinde, öfkeyle cevap verdi.

Osman Bey, Fatih’in moralinin bozuk olduğunun farkındaydı: “Olsun oğlum! Bu ay olmazsa öbür ay alırız. Hayatta her şeye ânında sahip olamayız ki! Zaten hemen sahip olabilseydik hayat o kadar anlamlı olmazdı. Elimizdekilerin kıymetini hiçbir zaman bilemezdik! “ dedi. Demesine dedi de; ancak, oğlunun yüzündeki o memnuniyetsiz ifadeyi değiştiremedi.

Fatih’in aklında sadece o hediye paketi vardı artık:

– Bir de hediye almışlar biricik kızlarına. Ya bana hani? Benim hediye almaya hakkım yok mu? Tabi… Tabi… Beni, cami avlusunda bulmuşlar ya ondan… Biliyorum ben neden almadıklarını! diye kendini yiyip bitirdi. Üzüntüden, gözlerinin altında mor halkalar oluştu, içini büyük bir sıkıntı kapladı. Hiç konuşmuyordu. Zeynep ise aksine çok sevinçliydi. Kocaman paketi sımsıkı kucaklamıştı. Yürümekte hayli zorluk çekiyor; ancak, paketi kimseye vermek istemiyordu. Öyle ki alışverişten sonra halalarına gitmişler, orda da paketi gözünün önünden hiç ayırmamıştı. Bu paketin onun için çok değerli olduğu her hâlinden belliydi.

Onlar eve ulaştıklarında hava çoktan kararmıştı. Sanki dünyanın işini yapmışçasına herkes yorulmuştu; ama Fatih kadar değil. Tüm gün suratını asıp hiç konuşmamak zor ve yorucu bir işti elbet(!) Yemekti, çaydı derken yatma vakti gelmişti nihayet.

Herkesin birbirine: “İyi uykular!” dileyip de derin bir uykuya daldığı vakitti. O an şeytanca bir fikir geldi Fatih’in aklına. Sonunda, onu bu noktaya getirmişti kıskançlığı.

 

         

– Görürsün sen Zeynep! İntikamım acı olacak! diyerek yatağından kalktı. Odasının kapısını usulca açıp hırsız adımlarla yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Önce salona yöneldi. Ancak, aradığı şey orada yoktu. Nerede olduğunu tahmin ediyordu. Zeynep’in odasına geldi, aynı titizlikle açtı kapıyı. Kalbi güm güm atıyordu; ama çok iyi bir şey yaptığından(!) da gayet emindi. İşte, aradığı şey oradaydı: Gün boyunca onun moralini bozan hediye paketi… Onu aldı ve sessizce odasına götürdü:

– Tamam, bu iş! diyerek paketi özenle açtı. Kutudan çıkan nesnelere önce bir anlam veremedi: “Bu da nesi? Sanki parçalamama pek gerek yok gibi…” diyerek gülümsedi. Lâmbayı yakamıyordu; çünkü annesi ışığı hemen fark edebilirdi:

– Aman neyse ne! diyerek elindeki parçaları kırmaya başladı bir bir. Kırdığı her parçada sanki biraz daha rahatladı. Tüm parçaların işe yaramaz hâle geldiğinden emin olunca hepsini tekrar kutuya doldurdu. Paket kâğıdını karanlıkta görebildiği kadar yeniden sarıp yapıştırdı. Rafyasını düzeltti. Bu işi yaparken, “insanın kendisine bir şey alacağı zaman değil, başkalarına hediye vereceği zaman hediye paketi yaptıracağını” düşünmedi hiç. Kıskançlığı âdeta onun gözlerini kör edip mantığını kullanamaz hâle getirmişti.

Paketi, Zeynep’in odasına koyup geri döndü ve rahat mı rahat bir uykuya daldı. Sabah olduğunda neşesi yerindeydi. Hattâ bu durumu fark eden babası: “Ne o Fatih? Bugün çok neşelisin! Bu güler yüzünü neye borçluyuz?” diyerek biraz takıldı. Semiha Hanım ise:

– Ben onun neden neşeli olduğunu biliyorum galiba! dediğinde Fatih'in benzi birden kâğıt gibi oluverdi.“Nedenmiş anne?” diye sormaya bile cesaret edemedi. Bir süre bekledikten sonra, annesinin başka bir şey kastettiğini anlayarak rahatladı. Kahvaltısını güzelce yapıp düştü okulun yoluna.

Okulda tüm gün boyunca, Zeynep’in kutuyu açtığı andaki yüz ifadesini hayal etti. Eve heyecanla gitti. Akşam olunca, yemekler yenildi, çaylar içildi… Baktı ki, Zeynep hâlâ çok neşeli: “Demek ki, henüz kutuyu açmamış!” diye düşündü. Ders çalışmak için odasına çekilip: “Eninde sonunda açacak nasıl olsa!” diyerek beklemeye koyuldu.

O, böyle sabırsızlık içinde beklerken, koridorda bir ışık demeti belirdi. “Bu da ne?” diye düşünmeye kalmadan odasının kapısı açıldı ve “İyi ki doğdun Fatih! İyi ki doğdun Fatih!” sesleri etrafı çınlattı. Annesinin elinde bir pasta, babasının elinde ise meyve sularıyla dolu bir tepsi vardı. Peki ya Zeynep’in elinde ne vardı? Kocaman bir hediye paketi…

Fatih’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “İyi ki doğdun!” sesleri kulaklarında çınlıyordu. Ya o hediye paketini Zeynep’in elinde gördüğü an…

                
 
     – Yoo olamaz! Benim bugün doğum günüm müydü? Aman Allah’ım, ben ne yaptım? diyerek elleriyle yüzünü kapattı. Onun sevinçten böyle davrandığını zanneden Zeynep, elindeki paketi ağabeyine uzatıp:
 

– Al ağabeyciğim! Tüm harçlığımı senin için harcadım. Umarım aldığım hediyeyi beğenirsin, dedi.

Fatih, titreyen elleriyle kutuyu mecburen açmaya başladı. Göreceği manzara karşısında ne tepki vermesi gerektiği konusunda kararsızdı. İstemese de sonunda, kutuyu açtı. Dün gece karanlıkta paramparça ettiği şeyin, aylardır hayalini kurduğu uçak maketine ait olduğunu acı da olsa anladı. Utançtan âdeta yerin dibine geçti. Midesi bulandı, eli ayağı buz gibi oldu. Anne ve babası da şaşakaldılar bu duruma. Semiha Hanım:

– Aman Allah’ım! Ne olmuş bu oyuncağa? Aldığımızda böyle değildi ki! dedi. Osman Bey ise:

– Hemen, aldığımız yere götüreceğim. Değiştirsinler derhal! Bu kadar da olmaz ki canım! Bu hiç Müslümanlığa sığar mı?” diyerek sitem etti. Zeynep ise ağlamaya başladı hıçkıra hıçkıra. Ağabeyine aldığı hediyenin bu hâle gelişi onu çok üzmüştü. Hattâ bu kendi hatasıymış gibi ağabeyinden özür bile diledi. Fatih’i ağlatan ve itirafa zorlayan da, işte Zeynep’in bu özrü ve gözyaşları oldu:

– Kimsenin günahını almayın baba! Ben yaptım! dedi ezik bir ses tonuyla. Sadece bunu diyebildi ve ağlamaya başladı. Üçü birden:

– Ne!.. Sen mi yaptın?.. dediler.

– Evet, ben yaptım! Ne olur beni affedin! Çok utanıyorum sizden…

– İyi ama neden? dedi Semiha Hanım.

– Şeyy… Ben Zeynep’i çok kıskanıyordum. Onu benden daha çok sevdiğinizi, beni bir cami avlusunda bulduğunuzu düşünüyordum. Çünkü hep ona ilgi gösteriyordunuz. Tartıştığımızda hep onun tarafını tutuyor, cezaları hep bana veriyordunuz. Siz ona hep: “Biricik kızım!” diyordunuz. Oysa bana bir gün olsun: “Biricik oğlum!” demediniz. Beni Zeynep gibi sevip okşamadınız. Dün de alışveriş sırasında hep Zeynep’le ilgilendiniz. Bu hediyeyi ona aldınız zannettim ve onu çok kıskandım. Gece gizlice Zeynep’in odasına girdim, oyuncağı parçaladım. Ondan intikam almak istedim; ama yine kendime zarar verdim, dedi Fatih. Bu sözler üzerine Osman Bey:

– Oğlum ne kadar da yanlış düşünmüşsün. Anne ve babalar evlâtları arasında asla ayrım yapmazlar. Birini diğerinden daha çok sevmezler ya da üstün tutmazlar. Şu beş parmağın birini alıp diğerlerinden ayırabilir misin? Tabi ki hayır… İşte bir anne baba için de çocukları böyledir. Her birinin gönüllerinde ayrı bir yeri vardır. Aslında sana bir bakıma da hak vermiyor değilim. Ben de küçük bir çocukken ağabeyimi çok kıskanırdım ve tıpkı senin gibi cami avlusunda bulunmuş bir çocuk olarak görürdüm kendimi. İnsan biraz büyüyünce ne kadar yanıldığını anlıyor hattâ kendine gülüyor bile… Hele kendisi de gün gelip anne baba olduğunda bu düşünce iyice pekişiyor, dedi. Olay karşısında şaşkınlığını henüz üzerinden atamamış olan Semiha Hanım:

– Böyle düşünüp onca zaman kendini harap etmene çok üzüldüm yavrum. Oysa biz seni o kadar çok seviyoruz ki! Zeynep’e “biricik kızım” diyorum; çünkü benim ondan başka kızım yok. Elbette sen de benim “biricik oğlumsun.” Çünkü senden başka da oğlum yok. Tek bildiğim, seni de çok ama çok seviyor olduğum… Belki de tek problem, aranızdaki cinsiyet farklılığıdır… Kız çocukları genelde, sevgilerini dışa vurmaktan, paylaşmaktan biraz daha fazla hoşlanırlar. Hâliyle bu durum, karşısındaki kişide de ona bir karşılık verme hissi uyandırır. Tartıştığınızda hep Zeynep’in tarafını tutmamıza gelince bunu kasıtlı yapmadığımızı bilmeni isteriz. Sadece sen Zeynep’ten yaşça büyük olduğun için senin biraz daha olgun davranmanı bekledik. Ne yazık ki, biz ne kadar âdil olmaya çalışsak da aldığımız her karar ya da gösterdiğimiz her davranış, seni sevmediğimizi düşündürmüş…

Fatih bu konuşmalardan sonra kendini daha iyi hissetmeye başladı. Utancın yerini bir rahatlama almıştı. Sevildiğine iyice inanıyordu artık. Tüm söylenenler bir yana, onun doğum günü için yapılan hazırlıklar bunu ispatlamak için yeter de artardı bile. Annesine:

– Keşke bunları sizinle daha önce konuşsaydım!.. dedi. Semiha Hanım:

– Hiçbir şey için geç değil. Zararın neresinden dönülürse kârdır yavrum. Unutma ki; öfke, insana her zaman yanlış şeyler yaptırır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda:

Güçlü kişi, yenen kişi (pehlivan olan) değildir. Asıl güçlü kişi, öfke anında sinirlerine hâkim olan kişidir.  [2] ”  buyurur.

   
     Hattâ biz insanların öfkesini yenebilmesi için kolaylıklar gösterip:
 
     “Öfke şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateşi söndüren de sudur. Onun için, biriniz öfkelendiği zaman hemen kalkıp abdest
 
 alsın.[3]” buyurmuştur. Yine bir hadisinde de:
 
 
    “Eüzübillahi mine’ş-Şeytanirracîm” dememizi yani “kovulmuş şeytandan Allah(cc.)'a sığınmamızı [4] ”  istemiştir, dedi.
 
 
    Aslında Fatih’in öfkelenmesine neden olan duygunun kıskançlık duygusu olduğunu gözlemleyen Osman Bey de oğlunu bu konuda uyardı:
 
     – Güzel oğlum, Peygamber Efendimiz (sav) ayrıca: ”Kıskançlıktan
 
şiddetle kaçının! Çünkü kıskançlık, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi sevapları yer bitirir. [5] ”
 
     “…Birbirinize kin tutmayın, birbirinizi  kıskanmayın! Ey, Allah(cc)'ın kulları kardeş olunuz! [6] ” buyurmuştur.
 
 
    Bize düşen onun bu sözlerini kulak ardı etmemek, bizzat, hayatımızda uygulamaktır.
 
    – Baba, bu söylediklerinizi kulak ardı etmeyeceğimden emin olabilirsiniz. Peygamber Efendimiz(sav) dediğine göre mutlaka doğrudur, faydalıdır. Dedim ya, keşke bunları daha önceden bilseydim. O zaman, kardeşimi kıskanmazdım. Kıskansam bile güzel bir abdest alır, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırdım ve bunları hiç yaşamamış olurduk.
 

– Olsun yavrum. İnsanız, hepimiz hata yaparız. Önemli olan bu hataları tekrar etmemek için mücadele etmektir…

Fatih en çok da Zeynep’e karşı mahcuptu. Ancak bu mahcubiyet ondan özür dilemesine mâni değildi:

– Zeynep, canım kardeşim! Senden çok özür diliyorum. Her şeye rağmen şu kıskanç ağabeyini affedebilecek misin?

– Tabi ki affederim… Yalnız, iki şartla… Birincisi –öğretmenimiz söylemişti- “Öfkeyle kalkan zararla oturur.” bunu hiç unutmayacaksın… İkincisine gelince, biliyorum senin için biraz zor olacak ama, yumurtanın büyüğünü bundan böyle ben yiyeceğim… Ha, bir de merak ettim: “Sen bu uçak maketini kendine alsaydın öyle cicili bicili paketletip süsletir miydin?..”

Zeynep’in suali karşısında Fatih ne diyeceğini bilemedi. Bu sessizliğin çok uzamasından çekinen Osman Bey, durumu kurtarmaya çalıştı:

– Zeynep, yavrum! Haydi, babacığına mutfaktan bir bardak su getir…

 

İmran AKSOY

Türkçe Öğretmeni



[1]  İçine kıyma, peynir vb. iç konularak kızartılan hamur işi (pişi)

 

[2]  Rüdâni, “Büyük Hadis Külliyatı Cem’ul-fevâid”, Cilt 4, İz Yayıncılık, Sayfa 268, 7984 numaralı hadis

 

[3]  Rüdâni, “a.g.e”, Cilt 4, İz Yayıncılık, Sayfa 268, 7985 numaralı hadis

 

[4]  Rüdâni, “a.g.e.”, Cilt 4, İz Yayıncılık, Sayfa 268, 7987 numaralı hadis

 

[5]  Rüdâni, “a.g.e.”, Cilt 4, İz Yayıncılık, Sayfa 280, 8060 numaralı hadis

 

[6]  Rüdâni, “a.g.e.”, Cilt 4, İz Yayıncılık, Sayfa 280, 8063 numaralı hadis

 

Bu sayfa 37738 defa görüntülenmiştir.

    Ramazan bayramına doğru09 Nisan 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur SED?R