anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 20  
»Bugün 1096  
»Toplam 13990222  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 34.203.221.104
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

KAN BAĞI (HİKÂYE)

Ceenbay TÜRK

05 Ocak 2020, 15:55

Ceenbay TÜRK

        Azerbaycan'dan sonra diğer bir Türk Yurdu Kırgızistan'ın ünlü yazar ve şairi olan Ceenbay TÜRK'ün bir hikâyesi ile karşınızdayız. Sizleri Türk yurtlarının şair ve yazarları ile tanıştırmaya devam edeceğiz. Hikayelerinin yanısıra size şiirlerini de sunacağız.

                                                                       www.anamursedir.com

                                                                          Çınar ARIKAN

                                       
                                                  KAN BAĞI (*)
 

... İki genç, beklenmedik bir anda karşılaştı. Bu karşılaşma kaderlerinde mi vardı ya da o günkü şartlar mı sebep oldu, kim bilir? Bunu kesin olarak söylemek mümkün de değildi. Üstelik, o gün, “4400 m civarındaki yükseklikte yer alan Kumtör Altın Madenine, altın ayrıştırmada kullanılmak üzere siyanür götürmekte olan kamyonun, derin vadi boyunca ilerleyen yolda giderken, Barskoon Köyüne yakın bir yerde, köprüden düşmesi sonucu 1762kg siyanür Barskoon Çayına karışarak Isık Göl’e kadar ulaşmış” şeklinde, duyanların yüreğini ağzına getiren kötü haberin duyulmasının ertesi günüydü.

Bu zamana kadar gayet sakin bir hayat sürmekte olan Barskoon Köyünün halkı, yaşlı genç demeden, bu beklenmedik kötü haberden sonra, karıncanın yuvasına kadar alev sarmışçasına büyük bir korkuya kapılmıştı. Barskoon Çayına siyanür karıştığından habersiz olan köylülerin, dağdan gelen suyla tarlalarını, bağ ve bahçelerini suladıklarını, haberin yayılmasıyla da ortalığın bir anda ana-baba gününe döndüğünü, önceki gün Bölge merkezi Karakol’daki okulundan gelen Minara, köylülerle birlikte ordan oraya koşturarak şahit olmuş, nerdeyse sabaha kadar uyumamıştı. Şu an, ana yoldan 2-3 km kadar uzakta olan köyün yolundan adımlayarak ana yola ulaşmıştı. Yol kenarında Karakol’a gidecek bir araba beklerken, iki günden beri köyde yaşadıklarını, tatlı bir uykunun bastırmasından anlamıştı.

- Genç bayan, nereye gidiyorsunuz, Karakol’a mı...

Minara, kendisine seslenen bir erkeğin sesiyle irkilerek, yarı uykulu gözleri iyice açılıp, bir kaç saniye o tarafa bakındı. Kendisinden az ileride, gideceği istikamette beyaz renkli bir araba beklemekteydi. Arabanın açık camından, siyah gözlük takınmış, ince bıyıklı bir genç başını çıkarmış gülümseyerek ona bakıyordu. Minara, o anki yarı uykulu halini, o gencin fark ettiğini düşünüp, biraz rahatsız olsa da:

- Evet, diyerek, ürkek sesle cevap vermiş, daha önceki bir tanışını görmüş gibi, o tarafa doğru adımladığının kendisi de farkına varmamıştı. Kendisine seslenen şoför, arabadan çıkıp, arka kapıyı açarak, nazik bir şekilde, eliyle kıza yer gösterdi:

- Merhaba! Buyrun, geçin. Ben de Karakol’a gidiyordum. Çekinmeyin lütfen. Yolumuz epey uzun. Yol boyunca laflayarak yolumuzu kısaltırız artık.

Araba hareket etti. Bir süre ikisi de konuşmadılar. Araba asfalt yolda normal şekilde seyrediyordu. Şoför, dikiz aynasından, arada bir arkada tek başına oturmakta olan kıza bakıyordu. Onun makyajsız siması, gür kaşları, omzundan aşağı dökülmüş olan saçları, kalkık burnu, nedense kendi memleketindeki kızlara benziyordu. Ona karşı yakınlık hissetti. Bu arada, genç kız biraz kendine gelip, bir şeyden ürkmüş gibi, endişeli bir tavırla iki tarafına bakındı. Arabada ikisinden başka kimsenin olmadığını daha yeni fark etti. Bir ara karşısındaki dikiz aynadan şoföre baktı. O an ikisinin bakışları karşılaştı. Kız biraz utanır gibi yere baktı. “Bu genç, Kırgızlara benzemiyor, başka milletten olmalı” diye düşündü. Biraz rahatsız olmuştu. “Önüme arkama bakmadan, neden hemen bindim ki bu arabaya” diyerek kendini azarladı. Bu arada şoför de arkadaki bayanın, rahatsız olduğunu ve kapıya doğru yaklaştığını fark ederek, biraz rahatsız oldu sanırım diye düşünüp, onu ne şekilde meşgul edeceğini ararken, gözü arabanın radyosuna takıldı. Radyoyu açınca, arabanın içine, ünü sadece Kırgızstan’da değil, komşu memleketlere de yayılan şarkıcı ve bestekâr Asangalıy Kerimbayev’in akerdiyon eşliğinde söylemekte olduğu şarkının sesi doldu:

“Suların senin agılgan,

Bütköndöy menin kanıman...” Şarkının sözleri ve müziği ortalığa yayılınca, arabanın içine farklı bir neşe dolup, gençlerin dikkatini kendine çekti. Şarkı bitmeye yakın, şoför:

- Ne kadar güzel şarkı.. Konuşmak için bir konu açılmış olmasına içten içe sevinerek devam etti. Kırgızca şarkılar benim çok hoşuma gidiyor. Onları kendime çok yakın buluyorum. Böylesi, Cennet misali bir yerde yaşadığınız için ne kadar şanslısınız! Hele dağlardan çağlayarak akmakta olan akarsularınız var ya...

- Bu günlerde öyle bir akarsuya siyanür karışmasının sıkıntısıyla boğuşuyorlar... O zehirli suyun Isık Göl’e de ulaştığı söyleniyor...

- O kadar da korkmayın. Siyanür suda uzun süre kalmaz, buharlaşıp kaybolur. Bu arada şu altın denilen meret, ne bela bir şeymiş. Onu çıkarılması sırasında tehlikeli olur diye, bizim tarafta, halk altın madeninin açılmasına engel oldu...

- Siz, Kırgız değil misiniz?

- Ben Türkiyeliyim. İbrahim Bingöl. Sizin adınız ne peki?

- Minara.

- Siz Rusça “oçen priyatna” diyordunuz sanırım. İşte, sizinle tanışmış olduk.

- Ruslar öyle söylüyordur. Biz Kırgızca konuşuyoruz.

- Şaka tabiiki. Sözlerime kızmayın. Ben, Türkiye’den gelince bir kaç yıl Oş’ta çalıştım. O süre içinde Kırgızca öğrenmek için biraz kurs aldık. Oradan Karakol’a gelmemin üzerinden iki ay kadar oldu. Şimdi Rusça da öğrenmemiz gerekiyor, haliyle. Çünkü, yakından gördüğüm kadarıyla, Karakol’da insanların çoğu, ağırlıklı olarak Rusça konuşuyormuş. Aslında bir insanın Kırgızca, Rusça, İngilizce ve Türkçe gibi dilleri bilmesini, öğrenmesini isteriz. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Ha, bu arada, siz okuyor musunuz?

- Isık Göl Üniversitesinde, Tarih Fakültesi son sınıfta okuyorum. Danışman hocam bitirme tezimle ilgili çağırdığı için oraya gidiyordum...

- Ya, sizinle meslektaşız galiba. Ben de tarihçiyim. Türk halklarının geçmişiyle ilgili araştırmalar ilgimi çekiyor. Bizler, aynı ata-babaların çocuklarıyız. Babamızın adının Türk olduğunu söylüyorlar, biliyorsunuz. Biz de aslında, bundan asırlarca önce bu Isık Göl civarında yaşamışız.

- Peki siz tarihçiyseniz şayet, Barskoon hakkında da bir şeyler biliyor musunuz?

- Mahmut Kaşgarî-Barskanî hakkında soruyorsunuz sanırım?

- Evet, tam da o. Benim bitirme tezimin konusu da o. O insan, vakti zamanında, çizmiş olduğu haritada burayı tüm dünyanın merkezi, bizim dilimizde söyleyecek olursak borboru olarak göstermiş.

- Evet, okumuştum. Onun “Divan-ı Lüğatit Türk” adında Türk lehçeleri hakkında hazırladağı büyük sözlük de var.

Genç kız yanındaki çantayı açarak, içini karıştırıp bir dosya buldu, sayfalarını biraz çevirdikten sonra, heyecanla okumaya başladı:

- Şimdi kulak verin bakalım... Hah, işte: Bu kitap 1071-1072 yıllarında hazırlanmış. Kitapta Orta Asya ve Karadeniz kıyılarında yaşayan Türk halklarının lehçeleri yer almaktadır. Müellif, şunu yazmış: “Ben, Türkler, Türkmenler, Oğuzlar, Cigiller, Yagmalar ve Kırgızlar gibi halkların yaşadığı yerleri gezip-dolanarak, şehirlerini ziyaret ederek, yaylarında bulunarak bu sözlüğü hazırlamış bulunmaktayım.”

- O büyük insanın, bizimle aynı soydan geliyor olmasına seviniyorum aslında, biliyor musunuz? Onunla ilgili epey bir araştırma yapıp, tezinizi “beş” alarak savunmanızı ve ilerde büyük bir tarihçi olmanızı diliyorum. Sizin isminiz Minara’ydı değil mi? İsminizin de aslında tarihî geçmişi olduğunun farkında olmalısınız?

- Nasıl? Genç kız şaşkınlık içinde sordu bu soruyu.

- O halde kulak verin. Mesela, İslam dinini kabul eden Karahanlılar denen Yedisu Bölgesindeki Türkler, 932-1165 yılları arasında Buhara ve Semarkand civarında hüküm sürüp, sonraki yıllarda Çinlilerle Selçuklular tarafından ortadan kaldırılmıştır. Onlardan geriye kalan en önemli eserler arasında, Tokmok ve Özgen şehirlerindeki minareleri sayabiliriz. Minare, Arapça kelime. Kırgızcası Minara’dır. Büyük, yüksek ve yüce anlamına gelmektedir, diyebiliriz.

- Teşekkür ediyorum. Gönlümü rahatlattınız, işin doğrusu.

- Ben de öyle düşünüyorum. Kırgızlarda bir şarkı var ya... Nasıldı, şimdi söyleyeceğim.. hı... “İnsana ömür gerek, Sonrası gönül gerek” şeklinde. Demek ki, insan gönlünü mümkün olduğu kadar açık, morali yüksek tutmaya çalışmalı.

- Demin, Selçuklulardan bahsettiniz ya.

- Evet...

- Bizde Togolok Moldo adındaki halk ozanının “Tarih” adındaki şecere-beyanında, Manas Dedemizin torunu Seytek’in oğlu Kenen Bahadır’ın başında olduğu Kırgızların, İstanbul’a kadar gidip Türklerin yanı sıra seferlere katılıp, “Ciydeli Baysın, Sınap Kurt” denen yerleri fethedip oralarda “Bahadır Kırgız” namını alarak yaşadıkları dile getirilmektedir. Sırderya, Kafkas, İran, Küçük Asya civarında hüküm süren Büyük Selçuklu Devleti’ni oluşturan boylardan biri olan Kınık Boyunu idare eden Akun Han, Manas’ın oğlu Semetey’in eşi olan Ayçürök Anamızın babasıymış. Bu Kınık Boyunun sonraki yıllarda Türkiye’ye göçmüş olduğuna, Rus tarihçi D. Yeremeyev de “Etnogenez Turok- Türklerin Etnogeçmişi” isimli eserinde yer vermiştir. Öğrendiğim kadarıyla Türkiye’de Kınık adında şehir de varmış.

- Valla maşallah, genç bayan. Siz iyi bir tarihçi olmuşsunuz bile.

- Babam da bir tarihçiydi. Emekliye ayrılalı iki yıl kadar oldu. Çocukluğumuzdan beri şecere ve tarihle iç içe olarak yaşamaktayız.

- Peki, bizim babamızın kulağımıza küpe olsun dercesine, vasiyet olarak ne bıraktığını biliyor musunuz?

- Aa, sizin babanız da mı tarihçiydi?

- Sadece benim değil, tüm halkımızın babası olarak bildiğimiz Mustafa Kemal Atatürk! O, Türkiye’nin kuruluşunun 10. yılı kutlamalarında, yani 29 Ekim 1933’deki konuşmasında, sanki bu günleri görürcesine fikirlerini dile getirmiştir. Ben onun sözlerini tam olarak anlatabilmek için, doğrudan kitabını açıp, oradan okumam gerek. Ama aklımda kaldığı kadarıyla, “SSCB denen büyük bir ülke var, komşumuz. O da bir gün dağılacaktır. Onun içinde dili, dini, tarihi, kökü bir olan kardeşlerimiz var. O kardeşlerimize vakti geldiğinde zor günlerinde kol-kanat germemiz gerek. Onları bize yaklaştıracak olan şeylerse dil, tarih ve inançlarımızdır” demiştir. Sanırım, onun dediği günler, işte şu an yaşadığımız günler olsa gerektir.

- Atalarımız boşuna, “Ucu bir olanın, kökü de birleşir” şeklinde söylemeseler gerektir. Nihayetinde, bizim atalarımızın aynı olduğunu, tarih de tastik ede gelmektedir ya.

- Dedikleriniz çok doğru, da.. bu arada, şu ilerideki kalabalık da ne ola ki?

- Hani, nerde? Genç kız, arka koltuktan öne doğru çıkıp, ileride yolun bir yerinde kaynamakta olan kalabalığın ne olduğunun merakıyla, görmek için eğilip, merakla baktı. Bu bela nerden çıktı şimdi, dedi kendi kendine. Ha, yine Suzgu köyünün heyecanlı delilkanlıları yolu kesmiş olmalı, diye geçirdi içinden. Öfkelenmişti. Deminden beri tarihle ilgili sürükleyici bir sohbete kendini kaptırmış olan Minara’nın düşüncesi bölünmüş, canı sıkılmıştı...

Bu arada arabanın oraya yanaştığını, şoförün kalabalığa yaklaşıp, o bir yana, arasına daldığını Minara yeni fark etmişti. Sonra aklına, şehre gitme sebebi geldi ve burdaki durumdan dolayı gecikecek olma ihtimalini düşünüp canı iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştı ki, şoför geri gelip koltuğuna oturup, arkasına dönerek, kıza baktı.

- Mesele neymiş, ne diyorlar?

- “Kumtör altın madeninin çalışmasından dolayı ortaya sıkıntılar iyice gün yüzüne çıkmaya başladı, hastala-nanlar var,” diyorlar.

- Eey.. bizim suçumuz neymiş peki, onu merak ettim?

- Neyse, ben oradakilerin ileri gelenlerinden biriyle konuştum. Tanıdık çıktı...

- Bize yol verecekler mi yani?

- Elbette. Zor günlerimizde bir birimize yardımcı olmazsak, kardeşliğimiz nerde o zaman...

Bu arada, araba hareket etmeye hazırlanıyordu ki, kalabalığın içinden boyu posu yerinde bir genç yanlarına yaklaşarak, eliyle geçmelerini işaret edip, geri gitti. Şoför, o işareti bekliyor gibi, direksiyonu yolun kenarına doğru çevirerek, geçmenin çok zor olduğu yerden büyük bir dikkat içinde kalabalığın öbür yanına çıktı. Yolun ondan sonraki kısmı oldukça sakindi.

- Siz meselenin nasıl halledileceğini öğrenmişsiniz! Aslında Minara bunları söylemek istememişti ama bir ağzından çıkmıştı işte.

- Diğer türlü nasıl olacaktı ki. Coğrafî olarak da aramız oldukça uzak olsa da, Türk Atanın çocukları olduğumuzu unutmayalım, ona göre. Birbirimizin işini kolaylaştırmamız gerek. Bildiğim kadarıyla, Türkiye’de hemşehricilik ve hısım-akrabaları kayırma gibi şeylere yok denecek kadar az rastlanır. Yani nasıl desem ki, herkes kanunlar önünde eşittir. Sıkı bir otokontrol var... Ama sizin düşünceniz mi, yoksa bizim tarafta olan mı doğru, söylemek zor.

... İki gencin devam ettirdiği sohbetin sürükleyiciliğinden olsa gerek, Karakol’a sanki çok hızlı ulaşmışlardı. İbrahim, genç bayanı üniversitenin girişine kadar götürdü. İşi bitene kadar da bekledi. Bırakırken bu şekilde anlaşmışlardı. Minara, İbrahim’in yanına doğru giderken, şimdiye kadar kendisiyle tanışmak isteyen gençlerin, daha ilk karşılaşmada bile “Senden hoşlandım, senin için ne istersen yapmaya hazırım” şeklindeki sözlerinden etkilenmek bir yana, tam tersi, onları yanından kovduğunu hatırladı. İbrahim, o zamana kadar karşılaştığı gençlerden farklıydı. Belki, bu durum, başka ülkeden gelmiş olmasından da kaynaklanıyordu ama, ne yolculuk boyunca, ne de o an, Minara’ya karşı yanlış anlaşılacak cümleler kurmamıştı. Minara, ailesine bu gün mutlaka geri döneceğini söylediği için, Köylü Garajına varana kadar, onunla yerli gençler arasındaki farkı düşündü.

Minara, İbrahim’den etkilenmişti. Onunla bir daha nasıl görüşebilir, tarihle ilgili başka nasıl sohbet edebilirim diye yolun ararken, aklına onu köyüne davet etmek geldi. Çok beklemeden dolan minibüse bindirip, Minara’yı yolcu eyleyen İbrahim, onun bu teklifini kabul etti ve en kısa zamanda Barskoon’a varmak üzere söz verdi. Böylece, hakkında az-çok bir şeyler duyduğu, tarihi eskilere dayanan köyü yakından görme fırsatı da olacaktı. Aslında o da, tarih bilgisi bu kadar derin, endamı, güzelliği yerinde olan Minara’dan etkilenmişti.

Kökü onlarca asır öncesine dayanan, iki kardeş halkın kan bağından ve sohbete konu olan tarihin sırlı konularından kaynaklanan bu yakınlaşma, iki gencin yolunu ve kaderlerini belki de birleştirecek gibiydi...

 

                                                                                         Yazar: Ceenbay TÜRK

Çeviri: İbrahim TÜRKHAN

 
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

 

                   

 

                                 Ceenbay TÜRK Kimdir?(*)

 
 

Gazeteci-yazar, şair Ceenbay Türk, 05.02.1949 yılında Isık Göl Bölgesine bağlı Ceti-Ögüz ilçesinin Çon-Kızıl-Suu köyünde, kuyumcu ailesinde dünyaya geldi. Çalışma hayatına 1965 yılında Ceti-Ögüz ilçe gazetesi Kommunizm Mayagı (Komunizme Meşalesi) gazetesinde başladı. 1966 yılında İlçe sosyal hizmetler biriminde müfettişlik yaptı. 1970 yılında askerden geldikten sonra 197-71 arası sivil savunma ilçe şubesi başkanlığı, bölge müfettişliği, komsomol sekreterliği, köy meclisinde vekillik vb görevlerinde bulundu. 1971 yılında Isık Göl Bölge gazetesi olan Isık Köl Pravdası gazetesinde muhabirliğie başladı. Karakol şehrindeki Pedagoji fakültesini ve Kırgız Devlet Üniversitesinin Gazetecilik bölümlerini bitirdi. 1982-1993 arasında ilçe ve bölge gazetelerinde (Emgekçil, El Ünü, Ceti-Ögüz Canılığı, Ala-Too Tanı, Ak-Kuu) bölüm başkanlığı ve sorumlu müdür olarak görev yaptı. 1993-2003 yılları arasında Kırgız Ruhu, Zaman Kırgızstan, Dil gazetelerinde çalışmış olup, 2003 yılından bu yana ise Kırgız Tuusu gazetesinin bölge temsilciliğini icra etmektedir. 1982 yılından itibaren çeşitli edebiyat kulüplerini açmış ve genç kalemlere öncülük etmiştir. 1976 yılında SSCB Gazeteciler Birliğinin, 1996 yılında ise Kırgızstan Yazarlar Birliğinin üyesi olmuştur. Özel ve devlet olmak üzere çok sayıda ödül almıştır.

Edebiyattaki “Kışkı Keç” (Kış Akşmı) adlı ilk şiiri 1962 yılında yayınlandı. Askerlik yıllarında da gazete ve dergilerde çalışmaları yayınlandı.

 

ESERLERİ:

Eki Colooçu (İki Yolcu)- Hikâyeler, deneme ve efsaneler, 1985,

 İrmem (Kaşla Göz Arası)- Şiirler, 1989,

Asılım (Asilim)- Öyküler, 1999,

Tagay Biy (Tagay Bey)- Drama, 2004,

Toopir (Dağ Piri)- Roman, 2009,

Aura- Öykü ve şiirler, 2009.

Atamuun (Ata nesli), Roman, Anastasiya- Öykü, Cımcırt Düynö (Issız Dünya)- Kaytpas Col (Dönülmez Yol), Öyküler, Kırgız Kündölüğü (Kırgız Günlüğü)- hatırat türü eserleri de vardır.

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

 

KIRGIZ YAZISIYLA:

 Жээнбай Түрк  Күлөнбек уулу –

05.02.1949-жылы  Ысык-Көл облусунун Жети-Өгүз  районундагы  Чоң-Кызыл-Суу өрдөшүнүн Күркүрө - Кайыңды өрөөнүндө зергердин   үй-бүлөсүндө  төрөлгөн.  1962-жылы балалык баёо таза сезимдин чексиз сыйкыр дүйнөсүндө   «Кышкы кеч» аттуу  алгачкы  ырын  жазып, А.С.Пушкиндин, С.А.Есениндин ырларын кыргызчалап, поэзиянын белгисиз жашыл аралына алгачкы там-туң  кадамын  таштайт. Орто мектепти аяктаганга чейин эле 1966-жылы «ырларынан, аңгеме - повесттеринен»  турган чакан  «жыйнагын»  жашыруун сыр катарында  даярдап койгон.

            Жээнбай Түрк Күлөнбек уулу эмгек жолун 1965-жылы үч айча  Жети-Өгүз райондук «Коммунизм маягы» газетасынын редакциясында корректордук кызматта иштеп баштап, айылдык кечки мектепте окуп, жалпы орто билимге ээ болгондон кийин 1966-жылы ошол эле райондун   социалдык камсыздоо бөлүмүнө инспекторлук кызматка кабыл алынып иштей  баштаганда  1968-жылы советтик армиянын катарына чакырылып, 1970-жылга чейин Өзбекстан,Казакстан өлкөлөрүндөгү аскердик бөлүктөрдө кызмат өтөп жүргөндө аскердик округдардын газеталарына жазып жиберген жаңылык- кабар, маалымат- макалалары дайыма байма-бай жарыяланып турат.Аскердик ыйык милдетин өтөп келгенден кийинки  1970-1971-жылдары аскер комиссариатынын атайын жолдомосу менен граждандык коргонуунун Жети-Өгүз райондук штабынын начальниги, кийин Ысык-Көл облустук камсыздандыруу башкармалыгынын башкы ревизор-инспектору, комсомолдун баштапкы уюмунун катчысы  кызматтарында иштейт. Айылдык Кеңештин  депутаттыгына, облустук соттун заседателдигине  шайланат.

            1971-жылы облустук  «Ысык-Көл правдасы» гезитинин кабарчысы болуп иштөө менен публицистика жаатында такшалуу жолун  баштайт. Ошол  жылдары  Пржевальскидеги  пединституттун  орус тили жана адабияты факультетинде  үч жыл билим алгандан  кийин Кыргыз мамлекеттик университетинин журналистика факультетине  кирип,  1982-жылы аяктайт. Кийин  1993-жылдарга чейин райондук: « Эмгекчил» , «Эл үнү» , «Жети-Өгүз жаңылыгы», Ысык-Көл облустук «Ала-Тоо таңы», «Ак-Куу» гезиттеринде-- бөлүм башчы, жооптуу катчы, жооптуу редактор кызматтарында иштейт. 1993-жылдан  республикалык коомдук-саясый «Кыргыз руху», эл аралык «Заман Кыргызстан», «Дил», 2003-жылдан бери өлкөбүздүн туңгуч басылмасы  «Кыргыз Туусу» гезитинин Ысык-Көл облусу боюнча өз кабарчысы жооптуу кызматын талбай аткаруу менен  Кыргыз публицистикасынын күжүрмөн  майданында байсалдуу эмгектенип келет.

            Жээнбай Түрк  көп кырдуу калемгер: акын, жазуучу, публицист, драматург. Алгачкы, «Эки жолоочу» чыгармалар жыйнагы (аңгемелер, новелла, легенда) 1985-жылы,  “Көз ирмем” (ырлар, 1998-жыл), “Асылым” (проза, 1999-жыл), «Тоопир», «Аура» (прозалык, поэзиялык, 2009-жыл) китептери анын эки жанрдын бирдей чебери, дасыккан калемгер экенин ырастаган.

            Ал эми кийинки жылдары жазып келаткан: “Атамуун” романы, “Анастасия,” “Жымжырт дүйнө”, “Кайтпас жол” повесттери, “Кыргыз күндөлүгү” эсселер түрмөгү,   2004-жылы ыр менен жазылып,  Касымалы Жантөшев атындагы Ысык-Көл облустук  музыкалуу драма театрына коюлган  “Тагай бий” тарыхый драмасы авторду жалпы кыргыз журтчулугуна  калбаат калемгер катары таанытты.

            Жээнбай Түрк 1982-жылдан баштап  жаш калемгерлердин: “Тескей күүлөрү”  жана “Каркыра”, Каракол шаарындагы Касым Тыныстанов атындагы Ысык-Көл мамлекеттик университетинин алдындагы “Закым” адабий ийримдерин уюштуруп, жетектеп,  бир нече жыл Кыргызстан Жазуучулар союзунун Ысык-Көл облусу  боюнча жооптуу катчысы болуп иштеген мезгилинде келечектүү бир катар жаш калемгерлердин талантын ойготуп тушоосун кесип,жолун ачууда, адабиятты эл арасына жайылтууда  өтөлгөлүү  иштеди.

            Жээнбай Түрк Күлөнбек уулу --  1976-жылдан бери  СССР Журналисттер союзунун, 1996-жылдан  Кыргыз Республикасынын Улуттук Жазуучулар  союзунун мүчөсү. Совет доорунда кара кылды какжарган калыстыкты туу туткан “Элдик контролдун” алдыңкы мүчөсү, ондогон фельетондордун автору катарында райондук, облустук комитеттеринин Ардак грамоталарына, “Алтын калем” сыйлыктарына татыктуу болгон, “Ардак тактага” жазылып, сүрөтү илинип турган. Ал кезде жаштардын чыгармачылыгы жогору бааланып тургандыктан, жылыга үзбөй өткөрүлгөн жаш акын-жазуучулардын фестивалдарына ар дайым катышуу менен Кыргызстан комсомолунун Ардак грамоталарын , баалуу белектери менен сыйланып келген.

            Кыргыз Республикасы Эгемендикке жетишкен кийинки жылдардан бери алдыңкы журналист – публицист, мамлекеттик тилдин , улуттук көөнөрбөс каада-салттарынын күйөрман таркатуучусу жана жаш муундардын жол көрсөтүүчү тарбиячысы  катарында Ысык-Көл облустук мамлекеттик администрациясынын бир нече жолу Ардак грамотасы, Кыргыз Республикасынын алдындагы Мамлекеттик тил боюнча комиссиясынын “Кыргыз тили” төш белгиси жана юбилейлик медалдары менен сыйланган.

 

Bu haber 3354 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    NE OLDUYSA BİZE, AZAR, AZAR OLDU26 Ocak 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir