anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 16  
»Bugün 1222  
»Toplam 13990348  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 54.166.170.195
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

RAMAZANI KARŞILARKEN

Osman ERENALP

15 May?s 2018, 13:35

Osman ERENALP

RAMAZANI KARŞILARKEN

(Akıl, Nakil, Şekil ve Din)

 


Fransa'da, aralarında eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, üç eski başbakan, Yahudi ve Hıristiyan cemaati temsilcileriyle yazarların da bulunduğu 300 kişi Kur'an-ı Kerim'den "şiddet ve Yahudi karşıtı fikirleri yaydığı gerekçesiyle bazı ayetlerin çıkarılmasını" istemişler. “Emirleri olur.  Hangilerini diliyorlarsa çıkarırız bizde”.  Teslime Nesrinler, Selman Rüştüler vardı bir dönem.  Tek tek duyuyorduk isimlerini. Devlet bildirinse dönüştü şimdi. Soykırım tasarısını meclislerinden geçirenler bunu da gündemlerine alacaklardır zahir.  Kazanı yapan kulpunu da yapacaktır. Neye dayandıracaklar bunu? Kendi yarattıkları, adını da kendilerinin koydukları “İslami teröre”. Her ne hikmetse din adına ve sadece İslam ülkelerinde işlenen cinayetlere… İntihar eylemlerine. En büyük destekçileri de cehaleti olacak Müslüman görünümlü, güdümlü gurupların ülkelerin. 

 

            Din de vatan gibidir.  “Sahipsiz dinin de batması haktır. Sahip çıkarsan batmayacaktır”. Sahipsiz kalırsa o da bozulur, aslından uzaklaşır. Kötü emellere alet edilir. Tanınmaz hale gelebilir 

 

Denilebilir “Dinin sahibi Allah. Kıyamete kadar onu koruyacak olan o”. Neden öyle olsun?  Şu kadar cami, şu kadar din görevlimiz, Diyanet teşkilatımız, Kuran kurslarımız var hem.  Fahri din zabitlerimiz, tarikatlar cemaatler var. Bunlarınki koruma sayılmaz mı?  Evet bunlar var. Bunlarla beraber din istismarının bugün altın çağını yaşadığı, yaşatıldığı gerçeği var. İlahiyat Fakültemizin iki kıymetli hocası diyorlar ki;     “İslam’ın günümüzdeki kadar kötü temsil edildiği bir başka dönemi olmadı. Müslümanlar hiçbir devirde bugün olduğu kadar İslam’a zarar vermediler”

 

Düşünmek gerekiyor bunu uzun uzun. Ramazan ayına girmiş iken hazır, tartıya koyalım istedik biz de buna dair tespitlerimiz, günlük hayattan seçtiklerimizi. Doğru bildiklerimizi,  yanlışlarımızı…

           Mübarek ayın ülkemize,  dünyamıza insanlığa hayırlar getirmesi dileği ile. 

 

Akıl, Nakil, Şekil ve Din

 

             “Nakil” bir şeyi başka yere  “taşıma”, “aktarmaya” deniyor.  “Şekil” ise  “biçim” demek. “Eşkâl”, “teşkil” aynı kökten gelmekte. (Azerbaycan Türkçesinde fotoğraf demek)

 

Akla gelince orada durmak gerekiyor işte. Hayatı kolaylaştıran, zorlaştıran ne varsı arkasına akıl  var. İnsanı diğer canlıdan ayıran onu üstün kılan o. Kuranda elliye yakın yerde “akletmeye”,  beş yüze yakın yerde “ilme” vurgu yapılmaktadır. (Cavit Sunar Ank. Ünv. İlahiyat Fak.50.yıl dergisi. Sayfa 133)  Hz Peygamber: “Din aklın ta kendisidir. Aklı olmayanın dini de yoktur. “Kişinin Müslümanlığı aklı derecesindedir” buyurur. Hz Ali de bu konuda, “Akıl ve iman ikiz kardeştirler. Allah birini öteki olmadan kabul etmez”  demiştir. Ayetle, hadisle ilme akla bu kadar vurgu yapılıyorsa onu dikkate almak gerekiyor.  Onu dikkate almazsanız başınız dertten kurtulmaz. Bunu da Kuran yine açıkça belirtiyor: “O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar”  (YUNUS 100).

 

 Allahın adildir. Akıl vermediğini mesul tutmaz,  sorgulamaz. Verdiğini de sorumlu tutar, hesaba çeker. Cennettekilerin, cehennemdekilerin sayısı ona göre ortaya çıkar.   Bu noktadan bakıldığında şüphe yok ki cehennem akıllılar içindir. Sadece akıllılar için. Delinin, mecnun orada yeri yoktur. Öğrencimin birisi derste “Biz yırttık desenize hocam” demişti bunu duyduğunda. Bunu da bir meslek hatırası olarak saklarım. Akılsızdan doğruyu yapması beklenmez.    “vermediyse mabut neylesin Sultan Mahmut” Aklı olmayanın ilmi de olmaz. Hacı Bektaş-ı Veli’nin  “İlimden gitmeyen yolun sonu karanlıktır”  sözü  de,   Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü de  Kuran’daki bu hayati meselenin   tekrarından başka şey değildir’.  Akıl ilme götürür. İlim de ışığa aydınlığa…

  

Vaizlerimiz    “iman” konusunu anlatmayı pek severler bizde.  Kıssalara olan merakımızı   da bilirler. Araya onlardan da katarlar. Rehavet bastığında arada  “kelime-i şahadetle”  cemaati kendine getirir devam eder süreyi tamamlarlar. Hatibe soru sorulmaz. Ona itiraz da edilmez. Onun dediği olur.   Ne anlattıysa onunla yetinilir.  Başlangıçta bu böyle değildi. Cami istişare yeriydi.  Sonradan siyasi sebeplerle durum değişti. Camiye siyaset sokuldu. Cuma Hutbeleri siyasi mesajın aracı yapıldı. Siyasi hutbeden rahatsız olan cemaatin camiyi terk etmesine önlem olarak hutbe önceye namaz sonraya bırakıldı. 

 

 “Oku” dinimizin ilk emridir bize. İlk inen ayet, ilk emir olmasına rağmen bu ilk emre uyma konusunda Müslüman’ın karnesi zayıftır. Araştırmalar kırk milyon insanımızın eline kitap almadan dünyasını değiştirdiğini bize göstermektedir. Ne yapmış oluyor bununla? “Ölürüm de okumam. Okumam Allah okumam” demiş oluyor Müslüman. Bismillah daha ilk emirle problemli olduğunu göstermiş oluyor.  Okumuyor, anlamıyor onun yerine kolay olanı tercih ediyor. Şekle ve nakle tabi oluyor.

 

Bizim camiye götürmek isterim şimdi de sizi. Cemaat mahallinde pencere altlarını göz önüne getirin. Bantlanmış dört fotoğraf durur orada yıllardır. Namazda ayakların pozisyonunu gösteren fotoğraflar.  Üsttekilerin üstüne çarpı var. Alttakiler çarpısız, onlar doğrusu. Cemaate göz atıyorum fotoğrafa bakarken, yarımız çarpıyı yemiş durumdayız.

 

                                   (Hangi yöne selam versen karşında)

 

Diyorum ki hocamıza; “Dikkati dağıtıyorlar bunlar. Kaldıralım bunları. İbadetine çarpı koymayalım kimsenin.  Mazeretli olan var. Resimden rahatsızlık duyan var.  “Madem olmuyormuş benimki gelmeyim o” derse iyi mi olacak?   Çare olmuyor. Hocanın dediği oluyor. Renkleri soldu afişler yerindeler.

 

Şeklin ayağa düşmüş hali işte…

 

***

 

Fakültemizin mescidine götüreyim şimdi de sizi. Ayak, değil de kol üzerine olsun bu da;  Emek semtinde Fakültemizin karşısında bir fotoğrafçımız vardı. Necip usta. Hadimli... Hoş sohbet yardımsever biriydi. Stüdyonun altında bir arkadaşımızı bir yıl barındırmıştı. Okul bittikten sonra ziyaret eder  yad ederdik eskileri. Kapanmış başka bir işyeri var orada artık. Bir renk, bir neşeydi bize.  Son uğradığımda “Cumaya Fakülte mescidine mi gidiyorsun” diye sormuştum da;  “Gitmiyorum” demişti”. Ustamız kolunun birini bükemiyor. Ceviz ağacından düşmüş. Çıkıkçı o duruma sokabilmiş ancak. Ne etse de kulak memesine değdiremiyor elini. İkisini de kaldırıyor ama birini değdirebiliyor sadece öylece el bağlıyor. Kendisini “Cami zabiti” gören birisi bunu fark etmiş. “Dalga mı geçiyorsun” demiş.  Zoruna gitmiş. Daha da uğramıyormuş. Başka camiye gidiyormuş. Gülüşüyoruz birlikte, ağlanacak halimize.  Var mı  bir farkı bizim camide üzerine çarpı çekilenlerden? Yok. Aynı kafa, aynı anlayış. Nasıl anlatsak zabıtana rahat bıraksalar milleti. Uğraşmasalar ayağıyla koluyla camiye gelenin.  Raporu mu bulundurmaları gerekiyor acaba camiye gelirlerken. İbraz edecekler onlara. Edep  ya hu..!

 

Şekilciliğin ele ayağa düşürüldüğü hale de bak…

 

***

 

Dayım rahmetli namaz öncesi misvak gezdirirdi protez dişlerinin üzerinde. Cebine koyardı yeleğinin “Allahu ekber” der el bağlardı.  “Sünnettir” Peygamberimiz de öyle yaptı derdi.  Hz peygamberin misvak kullandığı da kullanmayı tavsiye ettiği de doğrudur. Dahası   “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilsem günde beş kez dişlerini fırçalamasını söylerdim” demiştir. Allah Resulünün diş sağlığına verdiği önemi gösterir bu. Misvak lifli bir bitkidir. O bölgede çokça yetişir. Diş temizliği için ondan iyisi yoktur. Bunu da tavsiye etmiştir.   Diş fırçaları üretimi var artık.  Piyasada her çeşidi mevcut.  Fırça kullanan günaha mı girer? Sünnete muhalefet mi etmiş olur? Değil elbette.  Diş fırçası o gün olsa, Allah Resulü “kullanmayın” der miydi?  Ona bakmak lazımdır.  

 

Dileyen misvakını kullanır yine. Ama “ondan başkası olmaz” diyemez. 

Dişe dokunur hali işte bu da şekilciliğin...

 

***

 

Aczimendiler gündemdeydiler bir dönem. Ellerinde asaları, yerlerde sürünen  fistanları, bellerine inen saçlarıyla akıllarda kaldılar. “Sünnet” diyerek bürünmüşlerdi o  kisvelere.   Ama bu zatlar  arabaya da biniyor,  bilgisayar da cep telefonu da kullanıyorlardı. Bakıldığında Hz peygamber ne telefon kullanmıştı,  ne de bilgisayar.

 Bu da yerlerde süründürme hali olsa gerek şekilciliğin işte...

 

 Bugün bu topraklarda tarihin hiçbir devrinde olmadığı sayıda camiye sahibiz. Şehirlerimizde birbirine dayanmaktalar. Ses ayarları sonuna kadar açıldığından ezanlar birbirine karışmaktadır. “Az kısalım şunu” desen “ezan düşmanı” ilan edilirsin hemen.   Mümin neden rahatsız olsun ezandan?  Memnun kalır mutlu olur ancak onu duymaktan. “Her şeyin hayırlısı orta olanıdır” buyurmuştur bize o ilk ezanı okutan. Bugünün ses düzeni o gün olsa,  minare diye bir şey olmayacaktı muhtemelen.  Bugünün ses kayıt imkanı o gün olsa “hafızlık” da bu derece önem kazanmayacaktı Allahu âlem.

 

Yeni icatlar olacak. Hayatı kolaylaştıracaklar. Biz de onları alacak uygulayacağız hayatımıza.  Ona sırtımızı dönemeyiz.  Bugünün icatları dün olsalar nasıl karşılanırdı.  Hz Peygamberin sahabenin tavrı nasıl olurdu bunlara karşı? Ona bakmak lazımdır.

 

  Fistanlar neyse de, akılları yerlerde süründürmek yakışmaz Müslüman’a. 

 

***

 

“Maltepe Camii” Başkente Cumhuriyet döneminde kazandırılmış bir mabet.  Yatsı namazı öncesi  Türkçe meal okunuyor. Oh ne ala. “Akıl edenin aklına sağlık. Her camide olsaydı keşke” diyorum içimden.  Ezana vakit var daha. Meal okunuyor, cemaatten aralarında konuşanı var.  Ayağını uzatanı var v.s. O bitiyor Arapçası başlıyor Kuranın. Duruşlar değişiyor. Sessizlik alıyor konuşmaların yerini.  Öncesinde de  okunan aynı Kuran. O Türkçesiydi, anlıyordu onu.   Ona karşı kayıtsız rahat. Sonraki Arapçası. Onu anlayamıyor ama ona karşı saygılı duyarlı.  Böyle de bir çıkmazı var işte insanımızın.

 

             

 

.     “Kuran’ı anlaşılsın diye onu biz Arapça olarak indirdik”  buyrulur ayette. (43/ZUHRÛF)      Kim için?  Araplar için. Arap için kolaylık dileyen Allah hepsinin Rabbi olduğu diğerlerinden-Acemden, Türk’ten-  esirgemez elbette.

 

Hz Peygamber “Manası anlaşılmadan okunan Kuran’da fayda yoktur” diye buyurur.

 Kuranın manasını bilmek hakkı ve vazifesi olmalıdır her Müslüman’ın. Konuştuğu dilde olmasa nasıl anlayacak?

***

Müftümüzün birisi yakınıyor; “Cemaatinin yüzde doksanı yaşlı. Onun da yüzde doksanı cahil” Mehmet Akif kadar bunu dert edinen, onu anlatmak için çırpınan bir başkası yoktur herhalde. Safahat bunun için kaleme alınmıştır dense yeridir.  Tembellik, yeis, tefrika, tevekkül. İyi ki Mehmet Akif gibi değerleri var bu milletin.

 

"Çalış!" dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!”

Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile

Âlem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile

Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir

Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.

 

***

Bir saygın hocamız flaş belleğini yitiriyor. Yardım istiyor sınıftan.  Arkadaşı bir diğer saygın profesör destek çıkıyor ona;

 

“Bulun adamın belleğini.  Başka da belleği yok bilesiniz”

 

Aklı flaş belleğinde nice poflarımız, bilim,  devlet din adamlarımız var. Onu yitirdiğinde geriye bir şeyi kalmayan. Alsanız belleğini elinden, beyni boşalacak sanki. Bugün bir devlet arşivi, koca insanlık tarihi bir küçük belleğe sığdırılabilmektedir artık.  

 

Atatürk buna işaret etmiş o günden;

 

 Medeniyet öyle bir ışıktır ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur"

 

***

 

Hakkı teslim etmek lazım. Karşıyaka Mezarlığı bugün her zamankinden daha bakımlı daha da düzenli. Emeği geçenler sağ olsunlar. Ağaçlandırılmış,  asfaltlanmış, çeşmeler yerleştirilmiş, ses düzeni döşenmiş her yanına. Kuran okunuyor kabirlerin üstüne gün boyu.  Meal de veriliyor ardından.

 

“Başları üstünde hece taşları

Ne söylerler ne bir haber verirler”. Kabirlerden bir ses yok.

 

 “Yasin” suresinin muhatabı insandır.   Diri insana hitap edilir orada ama onu biz ölülerimize dinlettiriyoruz. En sadık dinleyicileri onlar. Sessiz sakin. Ve biz bunu hep yapıyoruz ne yazık ki.

 

***

 

               

                                                   (Alın teri… Ondan iyisi yok...)          

 

 

Arap İslam’ı? Acem İslam’ı? Kuran İslam’ı?

 

***

 

Hikmet TANYU Fakültemizin Dekanı, Dinler Tarihi Kürsü Başkanıydı.       “Yörenizdeki Dini İnanç ve Gelenekleri” bitirme tez konusu olarak verirdi.  Kolay tez olarak görülürdü.  Geleneklerin ne kadar da din yerine konulduğunu, zamanla dinin yerini aldığını görünce meselenin önemini anlamış olduk.  Fakülte arşivindeler.  Kaynak kişilerin çoğu dünyalarını değiştirdiler.  Kitaplaştırılsalar kaç cilt çıkar. Güzel de hizmet olur.

 

***

 

Her ne ki güzeldir, doğrudur onun başımız üstünde yeri vardır.  Hz Peygamber bu konuda ;Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” demiştir. Bundan anlaşılacak olan şudur;  Var olan güzelliklere dokunulmayacaktır.   Cahiliye devrinden de kalsa korunacaktır. Devam edecektir. Allah güzeldir güzeli sever. Onlara yeni güzellikler eklenecektir. Çirkinin yerini güzel, kötünün yerini iyi, şerrin yerini hayır alacaktır. Dünyamız öylece güzelleşecektir.

 

***

 

Taklit- Tahkik- Tatbik

 

1996 yılının Temmuz ayıydı. Antalya da Türkmenistan’dan gelen okul müdürlerine  “Türk Milli Eğitim Sistemini” anlatacaktık. Benim payıma düşen “Din Eğitimi ve Öğretiminin Milli Eğitim Sistemi içindeki yeri” idi. Cuma günü gelmişti. Birlikte camiye gidelim demiştik. Cumayı, camiyi bilmiyorlardı. Abdestten başlamıştık önce.   Lavaboları paylaşmıştık. Ben nasıl yapıyorsam onlar da onu yapıyorlardı. Elimi yüzümü yıkıyorum, onlarda yıkıyorlar. Sırasıyla beni takip ve taklit ediyorlardı. Sıra saçımı mesh etmeye gelince ı slak elimle saçlarımı soldan sağa doğru yatırınca saçlısı saçsızı onlar da aynısı yapmışlardı. Benim gibi sağa yatırmışlardı.  Açığımızı kapatmaya dönük alışkanlık idi bizimkisi. Abdestin farzıyla ilgisi yoktu.

 

Abdestin taklidi de böyle oluyor demek ki.

 

***

 

(Ramazan pidesi, Allah yazılı “Yersen...)

 

Kuranla, Peygamberle aldatmak.

 

 

***

        

Aracımın radyosu açık. Kanalın birinde zemzem üzerine hadisler sıralanıyor. Onun ne kadar şifa kaynağı ve her derde deva olduğundan söz ediliyor uzun uzun. Derkin birden zemzemle güçlendirilmiş krakere getiriliyor söz. Pazarlamasına bağlanıyor onun.  Düşünün ki Müslümansınız. Önünüze iki kraker konuyor satın alınmak için. Biri zemzem suyuyla karılmış,  diğeri şebeke suyuyla. Hangisini tercih ederdiniz?

 

            “Şebeke suyu” ile karılmışını mı, yoksa zemzemlisini mi?

Açıktan Hz. Peygamberi malını pazarlamada kullanıyor adem.

 

Malının reklamını yaptırıyor Resulullah’a parasız pulsuz. Bir film yıldızına, sanatçıya söyletsin bakalım tek cümle, on saniyelik bir görüntü. Kaç para isterdi kendisinden. Peygamberi kullanırsa bedava ama. Getirisi de kat be kat hem.  

 

Bu yapılıyor ne yazık ki hep.   Ayet uydurulamıyor. O ilk günden iki kapak arasında ve kayıt altında. Ona cesareti yok kimsenin.-Üç yüz kişilik Fransız devlet gücünü saymazsak eğer-  Hadisler öyle değil. Onlar Peygamberin ölümünden iki yüz elli yıl sonra bir araya getirildiler ancak.

 

Müslüman dikkatli olmak zorunda, bir pazarlama yöntemi olarak, Allah- Kitap- Peygamberi kullanmaya kalkanı…

 

Onu alet edeni…

 

           

 

***

 

(Mehmet Görmez’le  yapılan mülakat (16 Temmuz 2015)

 

 “Bir cümle geliyor dilime ama, kullanıp kullanmamakta mütereddidim.

 

Bütün dünyada biz Müslümanlar dinimizi yorduk.  Dinimizden olmayan nice hususları, bizatihi “dinin sabitelerine” dönüştürerek  yorduk…

 

  Kendi  “hegemonyamızın”, kendi   “ideolojimizin”  parçası haline getirdiğimiz zaman “dini yoruyoruz.” 

 

“İslamdan önceki ilahi dinlere baktığıımızda  çok acıklı tarihlerinin olduğunu görüyoruz. Doğuşundan üç asır sonra Hiristiyanlık önce Roma’nın bir parçası haline geldi. Sonra parçalanmalar yaşandı. O parçalar arasında yüzyıllarca  süren savaşlar oldu. Sonra da kendi içeriğini ikaybetti.

 

 Hz İsa’dan önceki Yahudilik “şekilciliğe” dönüştü. Din insanların üzerinde yük olmaya başladı. Hz İsa yeni bir mesajla geldi. Dinin sinelerde yüke dönüştüğünü ilan ederek, kendi tebliğini,  inancını yaymaya başladı. 

 

Hz Muhammed (SAV)   dinin insanların elinde  “şekle” dönüştüğü zaman, nasıl insanın kalbinin ve sinesinin üzerinde bir yüke,  “içinin bolaştılarak”  sadece bir “merasime”,  bir “törene” dönüşmesi tehlikesini  dikkate alarak, dini ve dünyayı birleştirerek  ikisi arasında  müthiş  köprü kurarak, bir merhamet dünyası inşa etmek üzere yola koyuldu.

 

Ancak  Ku’ran’ın eleştirdiği o hatalara zamanla bizlerde  düşmeye başladık.

 

             Yahudilikte dini, “ahbar” adı verilen belli bir zümre yorumlayabiliyordu.

 

Belli bir zamana kadan Hiristiyanlıkta da  böyleydi. “Protestanlık” o sebebten  doğdu.

 

Bizde ise öyle değil. İslam dini baştan bugüne kadar,  kaynaklarını her mümine açan din olmuştur. Ama açtıktan sonra   din ile hayat, dini metinlerle hayat arasında doğru ilişki kurmak gerekiyor.

 

Akılla-nakil,   “gönülle-akıl”, “dünya ile ahiret” arasında  o köprüleri nasıl kurmak gerektiği  konusunda  medeniyetimiz bize bir “usul”, bir “metodoloji” bırakmıştır.

 

Bunun dışına çıkıldığında dini yoruyoruz

 

Öğretilmiş “Enformatik cehalet”  diye bir kavram vardır. Sosyal medya aracılığıyla,buna saptığımız zaman dini yoruyoruz. Dini, sinelerde  yüke dönüştürüyoruz…

 

….

 

Camiler sadece   Allahın  yaşlı kulları için inşa edilmiş mabedler değildirler. Hz Peygamberin mescidinde kadınsız kılınan bir tek vakit namazı yoktur. 

 

            “IŞID’ denen örgüte   o referensı (vahşice infazları)  sunan, öyle bir din yok.. Ama,  dinler, tarih boyunca kendi zihninde  kalıplar oluştuktan sonra, insanların her türlü referanas bulmak için  kullandıkları bir malzemeye dönüştürülebiliyor. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur…

 

***

 
              

    (Müslüman’ın kıblesinin şaştığının resmidir.)

 

(Şeki Cuma Mescidinde okunan Hutbe

( Azerbaycan 17 Nisan 2017)

 

            Muhterem müminler;

Rasulullah (SAV)buyurmuştur: “İki günü aynı olan ziyandadır”. Bizim iki günümüz değil, ömrümüz aynıdır.  Ey Allahın Resulü;

 

            14 asır önce ne demişsen, niye demişsen, nice demişsen de, onları tekrarlasak da faydası yoktur bize. Okumak da fayda vermiyor, dinlemekte. Senin giyimini, yemeğini, saç sakalını örnek alanlar, senin maksadını anlamadalar. Senin sünnetini yaşadıklarını iddia edenler farzları unuttular. Oruç tutarak seherden akşama kadar hiçbir şey yemediler, ancak kul hakkı yediler. "Domuz eti yemek haramdır" deyip, "yetim hakkı" yediler. Kardeşinin gıybetini ederek onun "ölmüş etini" yediler. Cemaat namazına dikkat ettiler, ama cemaatin haklarına dikkat etmediler. Bu devrin cahili de o devrin cahilidir, kâfiri de… Müşrik de senin dininde olduğunu sanıyor, münafık da... Kaçan da “Allah” diyor kovan da... Ölen de “tekbir” getiriyor öldüren de… Seni sevenler, senin yolunda olduğunu iddia edenler, senden sonra o kadar çok yanlış gittiler ki, biz bu yanlışlarda azdık. Dini onlar parçaladı. Biz parçalarla oyalandık. Hz Hüseyin neden öldü? Yezit niye öldürüldü? Kim haklı, kim haksızdır davası halende sürmektedir. Halen de devrin Yezitleri cehalin Hüseyinlerini öldürüyorlar. Halen de Kerbelada susuz kalmış nesiller var. Değişen bir şey yoktur. Evet, bugün İslam dünyası çok perişan. Hz Ebubekirler, Hz Ömerler, Hz Aliler yoktur. Onları bir kenara koy. Ebu Talipler bile yoktur. Usame Bin Zeyd gibi gençlerimiz de yoktur artık. Musablar Uhud da öldürüldü. Hamza’ların ciğeri de öyle orada dağlandı. Artık umuda gidenimiz de, gidip Medinesini koruyanımız da yoktur. Aramızda bir hendek kazmışız. O hendeğe geçebilen yiğitler de yoktur artık.

 

            Ey Allahın resulü; 

 

Sana benzemek istedik. Yürüyüşümüzle, giyinişimizle, yemek kültürümüzle, ama dönüp Ebu Cehile benzedik. Bedre çıktık. Savaş açtık amma biz atamızla, kardeşimizle vuruştuk. Namaz kılan, oruç tutan dindaşlarımızla savaştık. Şehadet getiren Müslümanlarla çatıştık. Allahın koyduğu adları Müslüman, mümin, iman eden, gibi adları beğenmedik. Biz özümüz özümüze ad koyduk. Müslümanlara “kâfir” dedik. İnsanların kalplerini okuyup onlara “münafık” dedik. Kendimizden başka hiç kimseyi beğenmedik. İslam’ı bizim gibi anlamayan Müslümanlara hak yoldan azmış dedik. Öz gözümüzdeki kiri görmedik, başkasının gözünde çöp aradık. Zibilhanede(çöplük) oturup başkasını “etrafını niye temizlemiyorsun?” diye sorguya tuttuk. Biz yalnız kendimizle uğraştık. Nefsimizle değil. Nefsimizi öldürmedik, Müslüman’ı öldürdük. Dinimizi düşmanlardan korumak için etrafına hendek kazmaya heveslendik. Kardeşimizin ayağının altına kuyu kazdık. Ve bu kuyuya biz de düştük. 

 

Ey Allahın Resulü;

 

Sana inen kitabı başımızın üstüne, elimizin erişmediği yere koyduk. Mukaddestir deyip dokunmadık. Dokunanda da okumak için değil, tozunu almak için dokunduk. Sanki bize inmemiştir. Yalnız sana inmiştir ve seninle de hayatımızdan çıktı. Onu örnek alamadık. Bir problemimiz olduğunda cevabı onda aramadık. Allahın kitabında çare aramayanlar, başkalarının kitaplarına yöneldi. Müellifler çoğaldıkça fikirler de parçalandı, biz döndük, durduk ama bir hedefe varamadık. 


            Muhterem müminler;

 

Dünya emel dünyamız. Müşriki de aynıdır, münafığı da… Bugün Kâbe’nin içinde put yoktur artık. Ama biz Kâbe’yi kendimiz putlaştırdık. Ona el vurmayı, “Hacer-ül Esvet’e” dokunmayı din sayıp dindaşlarımızı ezdik. İbrahim makamında namaz kılmak için hakka girdik ezdik ve ezildik. Bugün içimizdeki putları kırıp Medine’mizi kuramadık. Çünkü halen de kim haklı, kim haksız? Onun muhasebesini yapıyoruz. Halen de Allahın sorması gereken sualleri biz kullara soruyoruz. Halen de kimin kâfir, kimin Müslüman olduğunu biz tayin ediyoruz. Halen de “cennetlik”, “cehennemlik” insanları biz seçiyoruz. “Filan kes Müslüman’dır” sözünden, “filankes kâfirdir” sözünü daha çok seviyoruz. Bu gidişle neticede biz kendimizi unuttuk. Resulullahı unuttuk. Onun getirdiklerini unuttuk. Onu göndereni unuttuk. Biz bu unutkanlığın neticesinde şeytanın oyuncağı olduk. O şeytan ki açıktan açığa bizim düşmanımızdır. Bu unutkanlığın neticesinde dost ve düşmanımızı tanıyamadık. Nefsimizi özümüze dost bildik. Bir taraftan “la ilahe illallah” dedik. Bir taraftan nefsimizin kulu ve kölesi olduk. Yüce Allah biz Müslümanları nefsimizin şerrinden korusun. Bize iman gücü versin. İslam’ı ve Müslümanları parçalamak isteyen kuvvetlere fırsat vermesin. Müslümanlar üzerinde oynanan oyunları boşa çıkartsın. Müslümanlara da akıl ve feraset versin, ki bu oyuna gelmesin...

 

***

 

Ayetler;

 

 

(Yeni çıktı bu eskiden yoktu)

 

 

“Ne kadar da az düşünüyorsunuz!”  MU’MİN 58.

***

“Allah düşünmeyenlerin üzerine pislik yağdırır”   NEML, 62

***

Hadisler:

“Sakın dinde taşkınlığa ve aşkınlığa kaçmayın. Çünkü sizden öncekilerin mahvolmasına sebep ancak dinde aşırıya kaçmış olmalarıdır.”  

***

            “İslam dininin afeti, onun gerçek dinden anlamayanların eline bırakılmasıdır.”

***

Seni doğrultamayan eğitim, eğri yollara götürür.

***

Sizin ahlak bakımından en güzel olanınız din bakımından da en güzelinizdir. 

***

Cahil ile görüşmeyin. Cahiller bilgileri yok ederler”

***

“Âlim, kalp ve zekâ gözüyle görür. Cahil yalnız gözüyle…”

***

            Seçme Sözler;

         

           “Zenginliğin en yüce derecesi akıl, yoksulluğun en son derecesi akılsızlıktır.” Hz. ALİ

***

Müslümanlar hiçbir devirde bugün olduğu kadar İslam’a zarar vermediler. (Hasan ONAT)

***

İslam’ın günümüzdeki kadar kötü temsil edildiği bir başka devir olmamıştır

(İsmail Hakkı ÜNAL)

***

"Allah’ın ve Resulünün istediği Müslüman cami içinde anlaşılmaz. Cami cemaati veya Arafat’taki cemaat Allah’ın bin bir emrinden sadece ikisini yerine getirendir. Müslüman’ın hakiki ölçüsü cami dışındaki, muamelatından, işlerinden meydana çıkar”. Mahir İZ

***

 "Herkesin din dersi 5(beş), bu kadar hırsız nereden çıktı o halde?   Üstün DÖKMEN

Akıllı ne şâd olur bu âlemde, ne gam çeker. Cahil her zaman şad olayım der, elem çeker”(la Edri)

***

Arap kültürünü “İslamiyet” sanmakla Avrupa kültürünü “Medeniyet” sanmak, aynı hatadır.   Muhsin YAZICIOĞLU

***

“Ömrüm boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En kârlısının din ticareti olduğunu gördüm” Osman BÖLÜKBAŞI

***

“Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adalet öldüğü gün devlet de ölür…”  Fatih Sultan MEHMET

***

“İnmemiştir hele Kuran, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, Ne de fal bakmak için” M. Akif ERSOY

***

"Çin bizi işgal ederken, biz camide Allah'ın 99 adını 33'lük mü,  yoksa 99'luk tespihle mi çekelim diye tartışıyorduk." İsa Yusuf ALPTEKİN

***

Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok ederler”  Aliya IZZET BEGOVİÇ

***

Son söz yerine;

Dindarlar, Dindar geçinenler, Dinden geçinenler.

Her meslek gurubunda bunlardan var.

Din adamları arasında daha çok var.

Etkisi çok daha fazla.

Kim kime yakın otursun muhasebesini yapsın.

Nakille, şekille değil, akılla sana ulaşabilmek için.

Allah’ım aklımıza mukayyet ol.

Ramazanınız mübarek olsun.  

 

 

 

Osman ERENALP

Ankara 15 Mayıs 2018

Bu haber 1846 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    NE OLDUYSA BİZE, AZAR, AZAR OLDU26 Ocak 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir