anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 23  
»Bugün 898  
»Toplam 14032581  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 18.222.67.251
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

Cişeinname-5

Hamdi MERSİN

03 Mart 2016, 00:20

Hamdi MERSİN

         Cişeinname-5

 

 

Bu Bap, Cişein'in Saltanatının Tamama Erdiği Üzerinedir

 

         Kolcu teşkilatına mensup iki çaşıt; 

 

      “Efendim önemli olduğunu düşündüğümüz bir kayıt yaptık, ilgilenir misiniz?” dediler. Ben de meraklandım; hele bir bakalım dedim ve izledim.

 

     Yeni payitahtın yüksek tepelerinden birinde, kule gibi bir yerde, kenti kuşbakışı gören bir odada dört kişi hararetli hararetli bir mevzuu tartışıyordu. Bu dört kişi kimdi? Bunlar kendilerince Ak Ülke'nin geçmişinden ve geleceğinden sorumlu olduklarını düşünen ileri uslu(!) kişilerdi. Birisinin adı Kanat Zade Yargıcı Efendi’ydi. Ömrü hayatında Ak Ülke insan soylularının derdiyle dertlenmemiş, neşesiyle neşelenmemiş, bir eli yağda, öteki eli balda bir tuhaf insan soyluydu ki değme hauşa taş çıkartır. Öyle de sabit fikirliydi ki sormayın gitsin. Sanki ondan başka yasa bilen yok gibi konuşuyordu. Öteki biri, Aykırı taifenin önde gideni Derya Efendi’ydi. O da, ta gençliğinden beridir hep aykırı taifenin heyecanlı neferlerinden biri olmuş, düşe kalka bu zamana kadar gelmiş; ancak bir türlü suyun gözüne ulaşamamıştı. Öte yandan, İnfralayb'ın zoruyla evvel vakitte Cişein'e verdiği destek içine oturmuştu. Öteki biri, Mızraklılardan Zabit Efendi’ydi. Ona göre, Ak Ülke'nin her girdisi çıktısı ondan sorulmalıydı. Eğer bir iş, ona akıl danışılmadan yapılmışsa muteber sayılmamalıydı. Konuşurken de elini ikide bir mızrağına götürüp duruyordu. Bu hareketi, görenlerin ilk bakışta huylanmasına yetip artıyordu. Onun da Ak Ülke insanlarıyla enine boyuna haşır neşir olduğu görülmüş şey değildi. Dördüncü kişiyse tecrübeli, reaya nazarında itibar sahibi, aklı başında bir muharrirdi. Toplantı, Derya Efendi’nin çağrısıyla olmuştu. Söze ilk başlayan da o oldu:

 

      “Eee, bu Cişein aslında orta tahta çıkamazdı. Eee, ben önayak oldum, öyle çıktı; lâkin eee verdiği sözde durmadı. O mevzua girmeyeyim. Esas meseleye gelelim. Eee adamın niyeti, büyük tahta çıkmak. Bunun önünü kesmezsek, eee ileride başımıza büyük belalar açabilir. Büyük tahta oturması demek, ıeee bir daha oradan inmemesi demektir. Sanırım eee bu konuda hemfikiriz.”

 

      Diğerlerini sıradan bir süzdü. Hemen hepsi, “Haklısın.” “Doğrudur.” gibi sözlerle düşüncesini onayladılar. Kanat Zade Yargıcı Efendi, başparmağını elindeki bir kitabın arasına sokmuş, gözlüğünün üstünden bakarak,   

 

     “Filan yasanın filan maddesinin filan hükmü mucibince karşılarına bir rakip çıkarılmaz ise ve seyirci olmaz ise büyük tahta çıkmaları mümkün değildir. Bunun için kendi sayıları yetse dahi seyircisiz yapılan güreş kabul olamaz. Yani demem odur ki, er meydanına çıktı diyelim, karşısına bir rakip çıkmazsa ve dahi seyirci de olmaz ise bu güreş, güreş olmaz. Kendi kendilerine çalıp oynamış olurlar.” dedi.

 

      Muharrir konuk, söyleyeceklerinden hoşlanılmayacağını düşünüyor olmalı; diğerlerinin yüzüne bakmadan, gözlerini masanın üstünde bir noktaya dikerek,

 

      “Bana kalırsa bu tür dolambaçlı yollar, havanda su dövmekten öte gitmediği gibi, onun ekmeğine yağ sürer. Daha başka çözümlerimiz olmalı. Hem pehlivan çıkarmayacaksın, hem seyretmeye bile gitmeyip küseceksin, sonra da bu güreş olmadı diyeceksin. Böyle bir saçmalık olamaz. Yarın, buyurun er meydanına derse, karşısına sırtını yere getirecek pehlivan çıkarmak gerek. Asıl yapılması gereken budur.” dedi.

 

      Tahmin ettiğim gibi, bu sözler aykırı taife önde gideni Derya Efendi’yi biraz kızdırdı. Dedi ki:

 

      “Ne yani, bizi hiçe mi sayıyorsun?”

 

      Muharrir söylediklerinden hoşlanmamalarına aldırmadı, cevap verdi:

 

      “Hayır, hayır. Ancak bir de şu var: Şimdiye kadarki güreşler de ortada...”

 

      Mızraklı Zabit Efendi duramadı, elini mızrağının sapına attı, tartışmaya müdahil oldu.

 

      “Bizim elimiz armut mu topluyor? Halk, haksızlığı göre göre tarafını yanlış seçerse biz de gereğini yaparız!” dedi.

 

      Mızraklının çıkışından diğer üçü de tedirgin oldu. Biraz kıvırarak da olsa o devirlerin geriler-de kaldığını anlatmaya çalıştılar.

 

      Muharririn ısrarları etkisiz kaldı. Kanat Zade Yargıcı Efendi’nin fikrine uygun bir yol izleme kararı alındı. Buna göre, Ak Ülke insan soylularının aklını çelmek üzere Kanat Zade aynalı camla-ra çıkacak, sohbet, münazara ve münakaşalara katılacaktı.

 

      Hem önemsedim; memleketin ortamı gerilecekti. Hem de önemsemedim; çünkü yapılan ha-vanda su dövmekten öte geçmeyecek bir çabaydı. Cişein'e anlatmaya bile gerek görmedim. Çık-sın da ne konuşacakmış bir görelim dedim.

 

      Kanat Zade’nin ilk programı ses getirdi. Görüşleri çok da çetrefilli değildi. “Bir güreş müsa-bakası varsa rakip de seyirci de olmak zorunda, değilse yapılan güreş, güreş olarak kabul edi-lmez!” deyip duruyordu. Bu minvalde, öteki aynalı camlara çıkan muharrirler, hulemalar, farklı meslek erbapları fikirlerini anlattılar. Kanat Zade şunu diyordu: "Umum meclisin, en büyük tahta çıkacak kişiyi seçebilmesi için öncelikle toplantıya katılan sayısına bakılır. Eğer meclis azalarının iki taksim üçü yok ise alınan hiçbir kararın hükmü olamaz." Bunu da şundan sebep diyordu: Bizim taifenin tüm mevcudu bu sayıya yetmiyordu.

 

      Her kafadan bir ses çıktı. Büyük taht, neredeyse boş kalacaktı. Ortaya atılan fikirlerin tutarlı olanları varsa bile öteki abuk sabuk iddialar arasında kaynadı gitti.

 

      Bu karışıklık sürerken, aykırı taifenin arkadan gidenlerinin önderi, “Anahtar bendedir.” dedi. Ortalık iyice karıştı. “Nasıl olacak bu?” diye sordular. O da dedi ki:

 

      “Biz er meydanına gideceğiz. Hem rakip çıkaracağız hem de seyircisiz olmaz denen oyuna seyirci olacağız.”

 

      Önde gidene, aykırı taifenin diğer cenahından, “Vay seni gidi satılmış!” diyenden geçilmedi. O ise duymazdan geldi.

 

      Cişein, bu önemli destekle rahatlasa da dedikodulardan illallah etti, büyük tahta çıkmayı göze alamadı. “Filan gün açıklayacağım ne olacağını.” dedi. Memleket bir beklenti içinde yuvarlanmaya başladı. Kendince, vakti gelince hepimizi topladı. Ne diyecek ki diye ağzının içine bakıyorduk.

 

      “Kararımı verdim. Büyük tahta Oturanşe kardeşimizi münasip gördüm.” dedi. Büyük konakta bir alkış tufanı koptu. Oturanşe'yi mi yoksa Cişein aday olmadı, ortalık rahatladı da ondan sebep mi, kim neyi alkışlıyor tam anlayamadım.

 

      Çoğumuz kızdık; ancak içimizden. O zaman şöyle düşündüm. "Münasip gördüm" diyordu. Peki, biz neydik? Hani her mesele meşveretle hallolacaktı?

 

      Oturanşe’nin büyük tahta çıkışına bir tek kişinin itiraz ettiğini biliyordum. Kimdi o bir kişi derseniz: Cişein’in hatunu. Çünkü Oturanşe'nin hatunuyla araları mayhoştu. O kadar erkektense en ufak bir itiraz gelmedi. Eh, hatununu da elbette ikna edecekti.

 

      Oturanşe’nin büyük tahta çıkmasından sonra Kanat Zade pek ortalıkta görünmedi. Kuyuya attığı taşı çıkarmak epey zor olduğundan, tarafların tepkisinden çekinmiş olma ihtimali yüksekti.

 

***

      Bir akşamüstü Cişein,

 

      "Hazırlan, yarın bir yolculuğa çıkacağız." dedi. Tabi nereye olduğunu sormadım. Evdekilerle vedalaşmam ve ona göre hazırlık yapmam için, yolculuk uzunsa, böyle haber verirdi.

 

      Ertesi gün kanatlı büyük ejderle yola çıktık. Yanımızda Valide sultan ve iki kerimesi de vardı. Şehzade Şecibi önceden gittiğinden o yoktu. Geziye birkaç seçme muhabir de katılıyordu. Ben hâlâ nereye yolculuk ettiğimizi sormamıştım. Önceleri muhabirlerle toplantı yapılır, ondan sonra kanatlı ejdere binilirdi. Bu kez öyle bir durum da olmadı. Sanki biraz program dışı bir gezi gibime gelmişti. Kanatlı ejderde, muhabirlerle gündemsiz bir sohbete dalmıştı. Bana döndü, kulağıma eğildi:

 

      "Derya Ötesi Ülke'de bazı gayrı resmî münasebetlerimiz olacak. Önemli bir durum olmadığından sana bir şey söylemedim; alınmayasın."

 

      "Estağfurullah hünkârım. Lafı mı olur." dedim.

 

      Muhabirlerle sohbete devam etti. İçlerinden birisi:

 

      "Efendim bizim eski muhitlerde, Yaşe'nin memleketinin yarım asırdan fazladır sürdürdüğü bir zulüm var. Siz tahta çıkmadan evvel bu mazlumlarla ilgili sözler vermiştiniz. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

 

      "Yani... Şimdi... Nasıl desem?.. Sorunu pek de anlayamadım..."

 

      "Zalim dedim, hâlâ zulüm yapmakta. Ne olacak bu hâl dedim de?.."

 

      "Şöyle söyleyebiliriz: Olan elbette olmuştur ve de acıdır. Gün ise olanı deşeleme günü değildir. Biz bütün gezegende barış olsun isteriz. Zaten bu nedenle umranlar arası ittifakı başlattık. Derya ötesi Ülke'deki müttefikimiz Güfeci Efendi de dört yıldır bu münasebetleri bir yoluna koymak için çaba sarf ediyor.  Şimdi daha ne yapacağımıza gelince: Daha ne yapalım?  Hı?..  Yaşe'ye harp ilân edip, yeni yaralar mı açalım?  Bırakın böyle şeylerle uğraşmayı. Su akar, gün gelir, bulur yolunu. Sabretmek gerek. Ticarete bak sen, ticarete. Ne diye olmuş bitmişi kurcalayıp duruyorsunuz? Bu muharrir milleti hep böyle... Bak var ya, seni bir daha kanatlı ejderde yolculuğa davet etmem. Haddini bil!"

 

      "Affedersiniz efendim. Siz demiştiniz de..."

 

      "Denmişse denmiştir. Geç bunları, geç."

 

      Başka bir muhabir:

 

      "Sultanım, müteşebbislerimizin Derya Ötesi Ülke ile ilişkileri konusunda bir yorumunuzu alabilir miyim?"

 

      "Soru işte böyle olur. Aferin sana. Gelelim soruna: Bu Derya Ötesi Ülke bizim için son derece mühimdir. Biz de onlar için mühimiz. Önümüzdeki yıl Yaşe ve Büyük Şeci'yle vardığımız ön anlaşma yürürlüğe girecek. Onlar, bizim mevcut savaş ejderlerimizi asra uygun hale getirecekler. Bir de yeni model ejderler alacağız. Bizim müteşebbislerimiz de Yaşe'nin memleketinde konut yapacaklar. Başka ne yapılacak? Hâli vakti yerinde yurttaşlarımızın Derya Ötesi Ülke'de satın alacakları sayfiyelerle alâkalı kolaylık sağlanacak. Ayrıca bu memleketten bizim o taraflara yük nakli işini de bizim oğlan, şey; gemiciler üstlenecek. Yani... Yani, bunlara benzer şeyler olacak."

 

      "Efendim bu ziyarette özel görüşmeler yapılacakmış. Büyük Şeci ile bir programınız olacak mı?

 

      "Hayır. Şimdilik yok. Özel. Bir vakıf ziyaretimiz olacak. Oradan birkaç yere gidilecek. Yarın döneceğiz."

 

      "Hangi vakıftı efendim?"

 

      "Onu gidince görürsünüz. Biraz sürpriz olsun."

 

       ***

 

      Çok kalabalık olmayan bir salona girdik. Bir tarafında, tüm duvarı kaplayan, anlamını çözemediğim; ancak ortama hâkim bir resim var. At üstünde bir adam, onunla konuşan yarı çıplak in-sanlar, farklı hayvanlardan oluşan bir tablo...  İçeride aşağı yukarı iki yüz kişi var. Yaşe, Cişein ve erkânı, mahiyetini bilmediğim şık bayanlar ve beyler... En ön sırada bize ayrılan yerlere oturduk. Şimdiye kadar duymadığım bir müzik çalınıyor. Benim ana dilimden başka bildiğim bir dil olmadığı için yapılan konuşmalardan pek bir şey anladığım yok. Ne yapılacağını da bilmiyorum, öylece oturuyorum. Hoş; Cişein dışında, efradının da anladığı bir şey olduğunu sanmıyorum. O anlıyor mutlaka; çünkü kulaklarına bir alet taktılar.

 

      Toplantıyı tertip edenler, antika olduğu anlaşılan bayağı büyük bir masanın arkasında dizilmişler. Bunlar, sanırım oranın idarecileri. Bir kişi, her konuşmadan sonra söz aldı durdu. O sunucu gibi davranan uzun bir konuşma yaptı. Cişein ayağa kalktı, masaya doğru yürüdü. Oturanların hepsi birden ayağa kalktı. Masanın önüne dizildiler. Aralarına Cişein'i de aldılar. Bir görevli yine o güne kadar görmediğim bir kaftan mı cübbe mi ne olduğunu anlayamadığım kırmızılı karalı bir şey getirdi. Cişein'e giydirdiler. Kafasına da tepsi büyüklüğünde püsküllü bir takke oturttular. Kendi kendime güleceğim geldi. Cişein'e giydirdiklerinin aynısı öteki adamlardan birinde de vardı. İkisi tıpatıp aynı oldular. Herhalde başkanları olan o yaşlıca bey, genç bir görevlinin parlak bir tepsi üstünde getirdiği kocaman, el ayası büyüklüğündeki bir madalyayı, uzunca bir konuşmadan sonra Cişein'in boynuna taktı. O da şöyle bir konuşma yaptı:

 

      "Bizim anlayışımıza göre herkes insandır. Dini ne olursa olsun saygı duyarız. Yaşe'nin hemşerileri de bizim kardeşlerimizdir. Bana bu şerefli madalyayı layık görenlere teşekkür ederim. Bundan sonra da üzerime düşen her vazifeyi layıkıyla icra edeceğim."

 

      İşte tam bu konuşmayla aklım başıma geldi. Neden burada olduğumuzu; ancak o zaman anlayabildim. Yapılan iş, bizi çok çok zor durumlara düşürebilirdi. Bir de "kardeşiz" diyordu ki izahı mümkün değil. Gerçi kıyafetlerin uyumuna bakınca zaten kardeşler, hem de ikiz kardeşler demekten kendimi alamadım.

 

      Töreden hep birlikte çıktık. Şatafatlı bir Frenk hanına yerleştik. Kafamdaki sualin cevabını öğrenmeden yatarsam,  uyku tutmayacağını biliyordum."Neydi bu olup biten?"

 

      Herkes odasına çekilince hemen yanına sokuldum.

 

      "Hünkârım, müsaitseniz bir iki dakika görüşmek istiyorum da..."

 

      "Buyur, buyur. Ha! Ben de seninle konuşacaktım iyi oldu geldiğin."

 

      "Emriniz olur. Buyurun efendim."

 

      "Şimdi bu işlere senin pek... Her neyse bu işler sana tuhaf gelebilir. Sana bir kısmını açıklayayım. Bu bana münasip görülen şey var ya... Yaşe'nin hemşerilerine yaptığımız hizmetlere binaen veriliyor."

      ...

 

      "Yani sen diyeceksin ki bu da nereden çıktı? Bak İdşaci! Derya Ötesi Ülke'deki toplantıya da birlikte geldik. İki sene oldu. Sen de görüyorsun Ak Ülke'ye akçe yağdırıyorlar. Yaşe olmasa böyle bir şeyin olacağını düşünebiliyor musun?"

 

      ...

      "Niye susarsın?"

 

      "Doğru..."

 

      "Sen sadece doğru demeyi bilirsin. Ya benim bildiklerimi bir bilsen. İstesen de istemesen de ip bunların elinde. İşin özü: Önemli olan senin, benim nasıl oynadığımızdan çok, onların nasıl oynamamızı istedikleridir. Şimdi gelelim sadede. Demek ki onların istediği gibi oynuyoruz, bize madalya takıyorlar. Bundan bu çıkar."

 

      "Koinlere ne diyeceğiz?"

 

      "Ohoooo!  Onu da mı ben düşüneceğim? Siz ne işe yararsınız kardeşim?"

 

      "Bazen insanın nutku tutuluyor..."

 

      "Ne bazeni? Nutkunuz devamlı tutuk! Beni iyi dinle! Memlekete varınca, aynalı cam muharrirlerini, hulemaları, başhulema ve taifesini, bilhassa meleleri ve melleleri toplayacak; aynen şunu diyeceksin:"

 

      "Kralımız Cişein, gelmiş geçmiş krallar içinde en büyüğü olduğundan Yaşe bile ondan çekini-yor. Memleketine bir kötülüğünün dokunmasından korkuyor. Bu yüzden çıkış yolu bulamadığından hünkârımıza madalya vererek gönlünü alıyor. Ha... Bir de diyeceksiniz ki, bu Büyük Şeci aslında gizli gizli bizimle aynı tanrıya inanır, bakmayın öyle başka bir dinden gibi davrandığına..."

 

      "Harika, harika!"

 

      "Harika tabi. Bunu düşünemiyorsunuz! Gölgemde geçinmeye bakın siz. Gerisini ben hallederim."

 

      ***

      Gelirken soru sorup, Cişein'i kızdıran muharrir, dönüş yolunda bir soru daha sordu.

 

      "Efendim, size madalya veren vakıf, çok güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgiye göre; Yaşe'nin memleketinde işgal ettikleri arazilere, bedava meskenler inşa ederek yeni iskân alanları oluşturup; oralara da yeni göçmenleri yerleştiriyormuş. Bu açıdan bakıldığında madalya işi sizi zor durumda bırakmayacak mı?"

 

      Cişein kulaklarına kadar kızardı. Etrafındakileri sıradan süzdü. Tepkilerin olumlu olduğu kanaatine varmış olmalı:

 

      "Senden başka böyle bir yalan uyduran var mı? Etrafına bak, seni neredeyse ejderden atacaklar. Seni bu yolculuğa kim dâhil ettiyse önce onun ana... Defterini düreceğim. Yalancısın sen. Haydi diyelim ki doğru söyledin. Mevzu ile ne ilgisi var? Yaşe'nin memleketine mesken yaptıysa yaptı. O, onun sorunu. Sana bir şey söyleyeyim mi? Kusura bakma; ama bunlarla beni yıpratamazsınız. Olan kendinize olur. Bir daha benim gezi listeme giremeyeceksin. Anladın mı?"

 

      Muharrir gayet rahat bir şekilde bıyık altı tebessüm etti. İçinden "umurumdaydı" der gibi bir hali vardı. Nihayetinde söyleyeceğini söylemişti.

 

        Hamdi MERSİN

Bu haber 1880 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    Ramazan bayramına doğru09 Nisan 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir