ANAMUR AHMET BÜLBÜL'Ü KAYBETMİŞ, HABERİMİZ YOK!


Açıklama:
Kategori: KÖŞE YAZILARI
Eklenme Tarihi: 18 Haziran 2012
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 02:08
Site: anamursedir-anamur dergi
URL: http://www.anamursedir.com/yazar.asp?yaziID=530


ANAMUR AHMET BÜLBÜL’Ü KAYBETMİŞ, HABERİMİZ YOK!

 

Son günlerde sürekli aklıma geliyordu Ahmet Bülbül. Görmeyeli uzunca bir zaman olmuştu. Hasta olduğunu biliyordum. Bileklerinde şişlikler vardı, irili ufaklı, içi sulu. Sanırım bir çeşit romatizma hastalığıydı. Nedenini, yıllarca elinden düşmeyen kemana bağlıyordu. Bu yüzden arada bir hastaneye yatar, tedavi görür, çıkar gelirdi, Cumhuriyet Meydanı’nın köşesindeki Sinanoğlu Eczanesi’nin önüne. Çaycının alçak iskemlesine oturur, çantasından çıkardığı kasetleri, yerde yazılı küçük bez parçasının üzerine sıralardı, titizlikle. Çünkü kasetlere kendi sesi gizlenmişti.

 

                        

      

 

Kemanıyla çalıp söylediği Anamur Yolları, Danışman, Sarı Yaylam, Koyun Okşaması, İrfani, Türkmen Kızı… Kendi sesini kendisi satmaya çalışırdı; meraklısına, vefalısına, değerini bilene. Yoksa her dakika onlarca insanın geçip gittiği kaldırımda Ahmet Bülbül’ün varlığından haberi olan bir elin parmaklarını geçmezdi. Öğleye kadar burada kalır, akranlarıyla eski günleri yâd eder, belki bir iki kaset satar, öğle yemek parasını çıkarırdı. Yemekten sonra da omuzundaki kaset çantasıyla Jandarma Karakolu’nun karşısına sıralanmış, ağzına kadar dolu kahveleri dolaşırdı. Bu kahvelere Bahşiş, Boğuntu,  Akine, Ormancık gibi köylerden gelenler olurdu. İçlerinden kaset alan olursa, kendince gününü kurtarmış sayardı.  Ne de olsa o köylerde, bir zamanlar, bir hafta süren köy düğünlerinde, Ahmet Bülbül’ün kemanından çıkan nağmeleri herkes duyardı.  Bülbül’ün Çukurabanoz’dan  Karaağa’ya kadar gitmediği köy, çalmadığı düğün kalmamıştı belki de. Bazen hiç kaset satmadığı günler olurdu. Bu durum onu yıldırmaz, kaset çantasını yanından ayırmazdı.

 

Sağlığında birkaç defa görüşme fırsatı bulmuştum Ahmet Bülbül’le. Kendisini yakından tanımak, Anamur’un türkülerini öyküleriyle birlikte, birinci ağızdan dinlemek istemiştim. Biz tanıştığımızda yaşı bir hayli ilerlemişti. Beyazlamış saçların altındaki yüzü zayıflamış, yanakları çökmüş, beli eğilmeye başlamıştı. Adımları küçük ve yavaştı. Bir zamanlar elinde kemanına rağmen halk oyunlarının ritmine dayanamayıp keklik gibi seken Ahmet Bülbül’den doğal olarak fazla bir şey kalmamıştı.

 

Lise yıllarımdan hatırlıyorum, sık sık okulumuza gelirdi Okulun halk oyunları ekibinde keman çalıyordu. Çıra pardısı gibiydi o zamanlar. Güz sonunda yayladan yeni dönen insan misali. Kendisine klarnette Ali Küçükderya, davulda Hakkı Küçükderya eşlik ederdi. Edebiyat öğretmenimiz Aydın Doluoğlu ise başlarındaydı. Yarışmalara katılmadan önce uzun bir çalışma maratonuna girerlerdi. Aynı türküler belki onlarca defa çalınır, oynanırdı. Ekibimiz ilde, bölgede, Türkiye genelinde yapılan yarışmalarda kaşık dalında birincilikler almıştı. Milliyet’in Türkiye liselerarası Müzik ve Halk Oyunları yarışmalarında alınan sonuçları unutamam. İlkbaharda olurdu yarışmalar. 19 Mayıs’ta kutlamaların yapılacağı şehir stadına doğru yalın ayak yürürken; Anamur Lisesi’nin Türkiye birinciliğini haber veren pankartları taşırdı öğrenciler.

 

      

 

Anamur Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi gibi okulunda halk oyunları ekipleri kuran müdürlerin ilk başvurduğu kişilerden biri Ahmet Bülbül olurdu.

 

Kimdi Bülbül? 1936 da Evciler Köyünde dünyaya gelmiş. Kendisi gibi kemancı olan babası Mustafa Bülbül’ü aklı ermeden kaybetmiş. Mustafa Bülbül, aynı köyden Âşık Mustafa’yla amca çocuğu olurlarmış. Halk hekimliği ve âşık tarzında söylediği şiirleriyle tanınmış biridir Âşık Mustafa. Ahmet Bülbül’ün halk sanatçısı olmasında aileden gelen etkenler rol oynamış olmalı. İlk kemanı çaldığı zaman on dokuz yaşındaymış. Keman çalmayı kendi çabalarıyla öğrenmiş. Askere giderken kemanını yanında götürmüş. Asker dönüşü düğünlerde keman çalmayla geçimini sürdürmüş Ahmet Bülbül. Babasını tanıyanlar, “Şu havayı baban çok iyi çalardı, sen de bir çalıver” diye ısrar ederlermiş. Silifke’nin yetiştirdiği, halk müziğimizin değerli araştırmacısı Özcan Seyhan,  Ahmet Bülbül’ü ziyaret ederek kendisinden derleme yapmış. Bunu söylerken gururlanırdı. Görüştüğümüz günlerde yakınırdı Bülbül. Haklıydı. Unutulmuştu. Bir zamanlar peşinden koşanların arayıp sormadıklarını dile getirirdi sık sık. Bir de çok sevdiği kabak kemanesini satmak zorunda kalması kendisini çok üzmüştü.

 

Birkaç gün önce, bir arkadaşım telefonda, “Ahmet Bülbül vefat etmiş, biliyor musun?” dedi. Bir anda dilim damağım kurudu. Yüzümün rengi attı. “Bilmiyorum” diyebildim sadece. Yerel gazetelerden birini aradım. “Haberi yapıldı mı acaba” diye. Onların da haberi yoktu. Sessiz sedasız gitmiş Bülbül. Kendime kızdım. Atatürk’ün bir sözü aklıma geldi şimdi: “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız." Bir flütü bile doğru dürüst çalamayan biri olarak kulağımda her zaman küpedir bu söz.

 

Işıklar içinde yat keman üstadı Ahmet Bülbül. Mekânın cennet olsun. Anamur’dan bir yaprak daha düşmüş.

 

KOYUN OKŞAMASI

 

Koyunu güddüm  güddüm  de eğriğine  yatırdım

Abılası sağdı da ben südünü getirdim

Meleme mor goyunum, ben guzunu getirdim

Yol ver başı dumanlı dağlar, bizde geçelim

 

Evlerinin önü gatıran torusu

Dibinde yayılır keklik sürüsü

On beş kızın içinde yoktur sağan birisi

Meleme mor goyunum ağlattın sen bizi

 

(Türküde geçen çoban bekârmış. On beş kızın içinde koyunu sağıveren biri olmamış. Eski bir inanışa göre de bekâr bir çobanın koyununu sağan kızla kimse evlenmezmiş, Ahmet Bülbül)

 

Nevzat ÇAĞLAR

Araştırmacı/Eğitimci Yazar